#susarakozluyorum

Özlem'in İçimi Oyduğu Yer

15 Ekim

Şehirlerarası otobüs yolculuklarında kafamı cama yasladığım zaman,içimde çalan şarkılarla,içinden geçeceğim evleri düşünerek otogara doğru gidiyordum.
Hikayelerini merak ettiğim pencerelerin  önüne koyulan çiçekler kadar heyecanlıydım.
otogara varıp çantamı yerleştirdikten sonra koltuğuma oturdum.
Arkamdan el sallayacak kimse yoktu,cama ellerini yapıştırıp,gözlerini arkada bıraktıklarına diken insanlara baktığımda,içimin sesini duydum.

Kalbime çengelli iğne ile takılan cümleler,içimde çalan şarkılar,çantamdaki kitaplarım,belli belirsiz suretler ve her gün şiddetini artıran bir özlem duygusuyla yol almaya hazırdım.
47 kişilik bir otobüste herkes çift koltukta otururken benim tekli koltuğu seçmem ile göğsümü oyan özlem duygusu aynı anlama geliyordu.
Yol akmaya,gündüz geceye,evler yuva olmaya başlamışken,gözbebeklerim içlerinde evlerin pencelerini taşıyordu.
Pencerelere bırakılan çiçekleri düşündüm ve ardından orayı yuva bilen kuşları.
Bu naiflikle mutlu olan insanları.
İçimdeki şarkı bir ordu kalabalığında,beynimin her hücresine ateş edip ilerliyor ve ben hayatın herşeye rağmen devam ettiğini görüyordum.Özlemin içimi oyduğu yerin beni öldüreceğini düşünmeme rağmen,başka hikayelere tanıklık etme isteğimi,içimin oyulan yerine sürülen merhem gibi görüyordum.Ölmüyordum.Beni yaralayıp aynı zamanda iyileştiren tek dermanı içimde taşıyordum.İçimde taşıdıklarımın her birinden teker teker ayrılmak isteği ile çıktığım bu yolda,aslında hepsi benimle birlikte bu koltuğa oturmuştu.Lambalar sönmüş,geriye kalan 46 kişi uykuya dalmışken gecenin garipliği daha da belirmişti kafamı yasladığım camda.
Ayaklarımı karnıma kadar çekip,bir cenin pozisyonu almıştım.
Boğazımdan aşağıya inmeyen adını bilme acısına alışmayı öğrenmeliydim.
Aklımı delice bir fikir yalayıp geçti o an.Şimdi ayağa kalkıp,herkesi teker teker uyandırdıktan sonra her birine soracağım soru;
Özlediğin biri var mı ?Birini özlediğinde bu duygu ile nasıl başa çıkabiliyorsun?
İçin oyuluyor mu bir bıçak ile?Seni öldürmeyen şeyin güçlendirdiğine inanıyormusun?

Mesela ben her sabah,evden dışarı çıkıp karışacağım insan kalabalığını düşündüğümde vücudumdaki her gözeneğin içine zehir salınırmışcasına bir acı ile uyanıyorum.Binlerce insanın yürüdüğü o yollarda,içimi hergün derine oyan bu özlem duygusu ile başımı yerden kaldırıp hayata bakma gücünü kendimde bulmanın ne kadar güç olduğunu sizlere nasıl telaffuz edeceğimi bilemiyorum.Bakın ellerime,bu ellerim ile bir çare bulmam gerekirken,çareyi bulacak dermanı başka hikayelerle tanışma isteği ile bulmaya çalışıyorum.Bana hikayelerinizi anlatın lütfen.Kursağınızda kalan her kelimeyi kusmanıza ihtiyacım var.
Yeri geldiğinde inanmışlığınızın verdiği pişmanlığın,hepinizin hayatında oluşturduğu keşkelere, sırtınızı dayadığınızı biliyorum.Çünkü inanmışlığımız kırılmışlığımız dışında hiç birşeyimiz yok,yani en azından benim yok. Bir de onun adı var.Size onun adını söyleyemem ama içimin oyulan yerini gösterebilirim.İçimin oyulan yerine rağmen güzel ve ben bu rağmenliğin acısıyla yaşıyorum.
İnanmak için ispat ister misiniz yoksa söyleyecek misiniz?
Her birinizin cevabını taşıyacak kadar güçlü görünmeyebilirim ama hamala ne taşıyıp ne taşımayacağı sorulmaz.
Hadi bekliyorum kuşanın cümlelerinizi,teker teker ateşleyin gece uzun.

Bir düşün içinden uyandım sanki,ayaklarım uyuşmuş kollarım buz kesmişti.Gecenin ortasına gelmiştik.Lambalar teker teker yanmaya başlamıştı,gecenin garipliğine mola verilecekti.Kimse yerinden kıpırdamadı,herkes uykunun en derin halindeydi.Kapılar açıldığında gecenin ayazı yüzümü kesecek kadar keskindi.Masaların hepsi boştu,birine oturup son kalan sigaramı yaktım.Sırtımdaki hırkaya iyice büründüm,garsonun bıraktığı çay bardağına sarılmak istedim.İçimdeki şarkı tekrar başlamıştı.Otobüsteki herkesin uyuması onları aynı yaparken,benim senin adını bile söyleyememem beni tek kişi yapmaya yetiyordu.
Hayatın beni sınava tabi tuttuğu bu gece ile sabahın arasında kalmış saatlerde,
garsona dönüp dedim ki;

Sigaran var mı ?

İçimdeki şarkı adeta dört nala koşan bir at gibi;

duydum çok sonradan adın önemli değil,acın aynı tadı veriyor zaten.

#guzeladamlarmasasi

Niyetimin Mektubu,Eylül'ün Masası

24 Eylül

Güneş ışıklarının karşı duvarda dansına uyandım bu sabah.
Yanıbaşımda ki saate baktım,7.30 du.Gece boyu dönüp durmuştum yatakta,ertesi günün heyecanı odanın her yanına yansımış,gözümü bir türlü kapatamamıştım.
En son saate baktığımda 4.00'ı gösteriyordu.3,5 saatlik uykuyla ayaklarımı yataktan aşağıya salladım.
İşte o ses.
Çıplak ayakların o tahtalar üzerinde çıkardığı o eve ait olma hissi.
Kalkıp camları açtım ve sonbabahar tüm güzelliğiyle odamda,evimde,bahçemdeydi.
Sonbahar bendim,sonbahar yıllardır beklediğim bugündü.

Uzun yıllar geçmişti
Bugünlere gelebilmek için uzun zamanlar beklemiştik.
Beklemek.Hayatın bize sunduğu en büyük imtihanlardan biri değilmiydi?
O an Ümit Hocamın beklemeye dair o güzel sözü kulaklarımı selamlayıp geçti;
Kızım;beklemek insan nefsine en ağır gelen yüktür,nefsin kuvvetliyse kazanan sen olursun,kuvvetli değil ise zaten hiç bekleme.
Yapamayacağını kendine yüklemen,Allah'ın sana verdiği cana zulümdür.

5 yıl geçmişti aradan.
Herkesin ait olduğu yeri bulabilmesi için 5 yıl beklemiştik.
Bulabilmişmiydi herkes bilmiyordum.5 yıl önce bir masa da otururken söylemiştim;Bundan 5 yıl sonra herkes olmak istediği yerde olduktan sonra benim mekanda o masa da toplanacağız,kimle isterseniz onunla gelin,bulamadıysanız da beraber buluruz  ait olacağınız yeri.
Evet bugün o gündü
Bugün dostlarımı ağırlayacağım,o uzun masada oturacağımız 5 yıl öncesinde konuşulmuş o günün devamı olan gündü bugün.
Yıllardır hayalini kurduğum,her masamızda sohbetimize dahil olan,benimle birlikte dostlarımında çok istediği,dualarımda hep en ilk sırayı alan,kitaplarıma yuva olan,beni saklayan,koruyan,büyüten tam da konuşmanın bir anlam ifade etmediği zamanlardan geçerken,bana sessiz kalma,kalabilme şansı veren şahsına münhasır mekanımı açabilmiştim.Artık kendimi ait hissettiğim,mutfak raflarına kitaplarımı dizebildiğim,her daim kahve kokan,bir müslüm baba,bir müzeyyen abla çalıp kimsenin gönlü kalmasın diye başladığım sabahlarım,akşamlarım,gecelerim vardı.

Bahçeme kurduğum 20 kişilik masam dostlarımı bekliyordu.
Onları ağırlamak için bu mevsimi istemiştim..
Eylül'ü beklemiştim.
Çünkü Eylül,gelişlerin en güzeliydi.
Bu masada oturup saatlerce seslerimizin birbirine karışmasını,çatal bıçak seslerinin büyük bir uyum içinde,seslerimize eşlik etmesini istemiştim.Rüzgar hafif hafif eserken,her birinin omuzlarına şalları bırakmak,çedene kahvesinin ocakta usul usul,acelesi olmadan pişmesini beklemiştim.Küçük sarı ışıkların aydınlattığı bu masa da en çok onların gözlerindeki işte bak geldik,yine beraberiz ışıltısını görmek için çok beklemiştim.
anlatacağım,anlatacakları ne çok şey vardı bir bilseniz.
Onlardan ayrı geçen 5 sene boyunca her gün bugüne uyandım ben.Karşımda duran o güzel resmimize bakıp olanları anlattım,elbette telefonda konuşuyorduk,teknoloji çok gelişmiş olsa da bizim özlem duygumuz kadar dallanıp budaklanamamıştı.
Biz eskiydik ve hep öyle kalacaktık.En güzel olan en değerli olan eski kalmaktı çünkü.

Yıllardır yazmayı hayal ettiğim hikayemin kahramanları bahçe kapısından teker teker gelmeye başladı.
Her birinin ellerine laleleri veriyorum.
Eylül'ün en güzel çiçeğiyle karşılıyorum onları.
İnsan içini açmaya görsün,beyazlarla mavilerle boyuyor her yeri.Beyazım bugün,maviyim bugün.
Gün olur asra bedel demişler ya,gün bizim,gece bizim,dünya bu geceliğine bizim.
Bizi yıllardır bir arada tutan,o ince çizgide beraber yürüdüğümüz zamanların,
'yalnız hüznü vardır kalbi olanın'sözünü kendimize kalkan yapmış,inancımızdan ve kırılmışlığımızdan başka hiç birşeyi olmayan,an'dan çok anlama gönül veren ve böyle yaşamaya talip olan bir avuç insanız biz.

Şimdi bana bakan bu güzel gözlerden hariç herşeyi sessize alabilirim.
Hayallerimin doğurduğu bu mutluluğu masanın baş köşesine koyup bende sandalyeye oturuyorum.
Sizlere güzel bir sürprizim var diyorum.
Birazdan Turgut Uyar gelecek,
Zarif adam Cahit Zarifoğlu gelip yedi güzel adamı anlatsa,
Tabi Didem Madaksız olur mu?
hepimize birer Ah'lar ağacı hediye etse.
Nazım Hikmet o deli mavi gözleriyle o kadar sevdayı nasıl bir kalp de taşıdığını anlatsa da kızsak ona,biraz içerlensek.
Cemal Süreya bir şiir okusun bize,uzun uzadıya eylül'ü konuşalım.
Özdemir Asaf güzeller güzeli laviniasından bahsetsin,
Ve canım Sabahattin Ali.
Desin bakalım döksün masaya o güzelim şarkılara nasıl bir hayat feda ettiğini.
Edebiyat'ın bu dev temel taşlarının yanında bizim bugünlerimize eşlik eden çok değerli büyüklerimizi de davet ettim.
İsmet Özel,'yaşamak umrumdadır'diyip masamıza otursa
İbrahim Tenekeci abimizin o temiz naifliği olmazsa masa eksik kalır.
Mustafa Kutlunun o güzel hikayelerini kahve içerken dinlemezmiyiz ?
Müslüm babanın şarkılarını Muhammed Berdibek çalsın değil mi?
Müzeyyen abladan da dinleriz;benzemez kimse sana,size,sizlere.
Ve tabi ki Tarık Tufan.
Onu tanıdığım ilk günden beri,kitaplarını kalbimin en üst raflarına dizdim.
Şimdi gelse raflardan teker teker alıp kitapları okusak ?
Ve fısıldasa tekrardan;'yalnız hüznü vardır kalbi olanın'diye.

İşte şimdi başlasın gece.
Hoşgeldiniz dostlarım.
Hüznümüz bol,kahvemiz sıcak,gecemiz uzun olsun.
Siz olmasaydınız olmazdı.
Varlığınıza bin minnet!






#aksamolduhuzunlendim

Aynadaki Beyazlık

29 Temmuz

1 Mart 2013.

iki tarafı kocaman dağlarla çevrili yolda minibüsle ilerliyorduk.
Kar taneleri camlara vuruyordu.
Kulaklığımda Zeki Müren vardı,ardından Müzeyyen abla gelecekti.
Minibüsün içi öyle sıcaktı ki cama değen kar taneleri anında eriyordu.
Oturduğum koltuğa iyice yaslanıp gözlerimi kapattım.

4 yıl sonrasını hayal ettim.26 yaşındaydım.

Upuzun bir masa..
Tüm sevdiklerimin oturabileceği yeterli sayıda sandalyenin olduğu,bembeyaz örtünün serildiği,renk renk çiçeklerin süslediği,herkesi gerçekten mutlu olduğu,masa daki en önemli unsurun samimiyet olduğu,kahkahaların birbirine karıştığı,balonların;en çok da balonların olduğu bir masa..
Rakamlı altın sarısı balonlar.
Üzerimde uçuş uçuş bir elbise,iki elimden tutan iki tatlı çocuk ve arkamda duran bir sevda.
Annem ve Babam masanın baş köşesinde,
herkesin beni sevdiği için toplandığı o gece.

Evet 4 yıl sonrası 1 Mart böyle olmalıydı.

Gözlerimi açtım,gerçek olmasını dilediğim hayalden.
Önümde kocaman 4 yıl vardı ve ben 26 yaşındaydım.

Zamanın hızlıca geçebildiğini,her hayalin gerçekleşmediğini,insanların sevemediğini,samimiyetin artık kitap aralarında saklanan bir çiçekte ya da altı çizilen bir cümlede kaldığını,upuzun masayı bırak,iki kişilik masalarda bile oturup konuşamadığını bilmiyordum.

Ve tabi ki Nasip.
Herşeyin nasipten öteye gidemediğini.

Tekrar cama değer kar tanelerini izlemeye başladım.
O an'lar içim o kar taneleri kadar özgür ve bembeyazdı.

4 yıl sonrası.
Ayna karşısında kendimi arıyorum.
Ne zaman anlamıştım hayalimin olmayacağını?
Hangi masada,hangi şarkıda hangi yolda?
Ne zaman bilmiştim artık insanların sevemediğini?
Sorularımın cevaplarını arıyorum bana bakan gözlerde,
sonra sokaklara çıkmak istiyorum,önüme gelene sormak istiyorum.
Durakta otobüs bekleyenlere,ay başı geldiğinde maaş almak için dört gözle bekleyenlere,mesainin bitmesini bekleyenlere,sokağı temizleyen çöpçülere,ekmek sırasında bekleyenlere,güneşin doğuşunu ve batışını bekleyenlere.Yeryüzünde birşeyleri bekleyen herkese sormak istiyorum.
Ne ara bu kadar kayboldum ben?
Sorular ve kuşkular bir defa insan içine yerleştimi,
eski eşyaları içte içe kemiren tahtakurdu gibi,insanın içini boşaltıyor.

Odaya taş gibi oturan sessizliğin içinde,ayna da gördüğüm bir görüntüde takılıp kalıyorum.Saçlarım.
Saçlarımın tepesinde toplu bir şekilde olan beyazlık.
Ne ara oldu bu diyorum,birden mi beyazladı?
Zamanın yok edici gücüne dayanamayan saçlarım oldu demek ki,
hayallerimden önce.
Yoksa ikisi de aynı an damı oldu?
Mesela 1 Mart akşamı,omuzlarım düşük,gözlerim yaşlı,ellerim boş eve dönerken,direk yatağa girip,yastığa yüzümü kapatıp sesim duyulmasın diye içine içine ağlarken öyle bir an damı olmuştu saçımdaki beyazlar?
Hepsi birden mi olmuştu,yoksa teker teker mi beyazlamıştı?

İçimde geç kalmış olma duygusu,bir daha ele geçmez,geri gelmez yılların yüzümde bıraktığı o hüzün.Saçımı beyazlatan yılların içimi kemirmesi,tahta kurdu gibi.Eski bir kente özlem duygusu.Yollarına çizgiler çekilen,taş sektirmeceler oynanan,sevdalıların duvarlarına isimler yazdıkları,annelerin pencerelerden sarkıp çocukları eve çağırdıkları,fırından alınan ekmeğin ucunun ısırıldığı,samimiyet kokan o sokaklara dönememenin kederini izliyorum yüzümde.

Yavaş yavaş bitiyor hayat,biten şeyler çaresizliğimi hatırlatıyor bana.

Aynadan kendimi alıp,anneme gidiyorum.Anne bak,bak anne diyorum.
Bakıyor çok dikkatli bir şekilde.
Ne zaman oldu diyor,başımı iki yana sallıyorum.
Annemin pamuk gibi bembeyaz saçlarına bakıyorum,ellerimi gezdiriyorum.
Ne ara bu kadar beyaz oldu anne?Birden mi oldu?
Sende özlem duydun mu,yıllar saçını eskitirken geçmiş zamanlara?
Hiç hayal kurdun mu 4 yıl yada daha sonrası için?
Anne!

hayatın nasibinden öteye gideceğini düşündün mü hiç?

Sakın koparma çoğalır diyor.
Artık geriye dönemediğim zamanların içimde kopardığı fırtınayı bilmeden.





#salcaliekmek

Edibe Hanım

23 Temmuz

19 yıl öncesi.

Bahçeli bir evin kapısından içeri giriyoruz.Mutfakta mis gibi kızartma kokusu.Mutlaka yanında salçalı ekmek de vardır.Fonda çalan şarkı Zeki Müren.Mutfaktan bahçeye açılan o kapıya koşuyorum.Bahçe yeni sulanmış,çiçekler cıvıl cıvıl.İki muhabbet kuşunun cilveleştiği kafes bahçenin baş köşesine asılmış.Masanın gök mavisi örtüsü serilmiş,kaşık ve çatallar dizilmiş,etraftaki çiçekler ile uyumlu tabaklar gelecek birazdan.İçine nane yapraklarının bırakıldığı limonata şişeleri akan suyun içine koyulmuş,buz gibidir şimdi.Bahçeye kurulan tahta divana oturup ayaklarımı sarkıtıyorum aşağıya doğru,buraya gelirken annemin aldığı horozlu şekeri yiyorum.Uçuşan perdelerin arasından teyzem görünüyor.Elinde ki tepsiyi masaya bırakıyor,içinde en çok sevdiğimiz salçalı ekmek.Bu yeryüzünde yiyebileceğim en güzel salçalı ekmek.Şekeri bırakıyorum,alıyorum birtane tepsiden.Teyzem göz kırpıyor bana.Ayaklarımı sallamaya başlıyorum,salçalı ekmek ne kadar güzelse ben de o kadar mutlu bir çocuğum o an.

19 yıl sonrası.

Bayram sabahı.Telefon çalıyor.Telefonun ucunda küçük teyzem
O kadar büyük ve karmaşık bir sesle ağlıyor ki ne dediğini anlayamıyorum.
Edibe diyor.Kapatıyor telefonu.Kalıyorum öyle.Onun artık olmadığını,bir hayatın bittiğini nasıl söyleyebilirim anneme?Odaya giriyorum anneme bakıyorum,Edibe diyorum,Edibe Hanım diyorum,Teyze diyorum,en güzel salçalı ekmeği o yapardı diyorum.Annemler hastaneye,ben bahçeli eve gidiyorum.Kapısında bir sürü ayakkabı var,içeri de bir sürü gözyaşı,hepsinden kaçıp,mutfağa geliyorum,mutfaktan çıkıyorum bahçeye.
Yılların hesapsız geçtiği,geçerken bu bahçeye de uğradığını görüyorum.Teyzemin saçlarını savurduğu,şen kahkalarının yükseldiği,muhabbet kuşlarının cilveleştiği,binbir renk çiçeğin yetiştiği,en güzel masaların kurulduğu,en uçsuz bucaksız hayallerin kurulduğu,en lezzetli salçalı ekmeklerin yenildiği ve en güzel uykularımı uyuduğum tahta divan yok artık.
Yere çöküyorum.Yere oturma kızım,beton çeker diyen teyzemin sesinin de gittiğini biliyorum.

İçerideki kalabalığın bir kaç gün sonra dağılacağını biliyorum.Daha sonraki günlerde herkesin sessizleşip kabulleneceğini bir vakit sonra unutup,hayatın çarkında dönmeye devam edeceğini de biliyorum.Bu evin kapatılacağını,anılarımızın bu bahçeye gömüleceğini de biliyorum.
Hayatta ki her olumsuz duruma bulabileceğimiz çareleri de biliyorum,bulamazsak bile zaman denilen en büyük sığınağımıza bırakacağımızı da biliyorum.

Birini kaybettiğim zaman,yokluğunu kabullendiğim an geriye tek bir şey kalıyor.

Özlemek.
Özlem duygusu,ciğerlerine çöküp,boğazına oturan,aldığın nefesi verememen,uzaklara dalan gözlerinin aradığını bulamaması,çayın bardakta soğuması,o kitabın hep yarım kalması,kapının çalmaması,masaya bırakılan tek tabak,fotoğraflara bakıp eski ama tanıdık bir çift göz aramak,radyodaki şarkılardan fal tutmak,hep beklemek.

Tecrübeler acıdır ve binlerce acı tecrübem var.
Annemi teselli edecek kadar cümlelerim de var,Zeki Müren dinleyecek kadar yüreğim de.Ölüm'ün bir bitiş değil,yeni bir başlangıç olduğunu öğrendiğim,aklımı yitirmeme engel olan inancı içime koyan bir Rabbim var.

Herşeyi bu kadar bilirken,bu kadar aklım başımdayken,burda size bunları anlatıp güçlü olduğumu göstermeye çalışırken;
eğer bir gün salçalı ekmek yemek istersem ne yapacağımı bilmiyorum.
Benim de bilmediğim şeyler var tabi.
İnsanım ben,acizim.
Bildiklerim,bilmediğimi ezip geçemiyor,artık kapısı açılmayacak bir evin,perdesinin uçmadığı,içinde kızartmaların yapılmadığı,Zeki Müren'in çalmadığı,yalın ayak gezdiğim o eve artık gitmeyeceğimin acısını nereye koyacağımı bilmiyorum.


Edibe Hanım;

Hüznü bol,acısı her daim taze,hep yarım,tamamlanamayan insanlarız biz.
Her geçen gün birer eksilip,kaybettiklerimizin yerine koyamadıklarımızdan ibaretiz.Mutluluklarımız;senin naftalinle sarıp sandığına kaldırdığın,gelinliğinin duvağı gibi.Öyle sarıp sarmalamış,öyle derine saklamışız ki kimseler bulamasın.Bende salçalı ekmek yedirdiğin o yılları kalbimin en derinine gömüyorum,senin sandıkta en derine sakladığın mutlulukların gibi.

Mekanın cennet olsun.

 

#eksikbirseymivar

Sayıklamalar

18 Haziran

Gün başladı.

Güneş tepede.
Kuşlar balkondaki çiçeklerin etrafında toparlandı.Karşıdaki okul inşaatının işçileri elindeki çekiçlerle çivileri duvarlara çakmaya başladı.Herşey uyandı.Herşey olması gerektiği gibi.Bu yataktan çıkmalı tam karşımdaki aynada kendimi hazırlayıp hayata karışmalı.Birazdan babam odamın kapısını tıklatıp uyandımmı diye kontrol edecek.2 sene öncesinde sütü ısıtıp kapının önüne bırakırdı,sonraları ben büyüdüm dedim babama.Büyüdüm baba.Süte ihtiyacım yok.Başka şeylere ihtiyacım vardı,babam bilmiyordu bende dile getirmiyordum.Dile getirilmeyen herşeydi aslında beni büyüten.Babama söylemeden büyüyordum,bu yüzden babam bilmiyordu sütü ısıtıp bırakıyordu kapımın önüne.Söylesem anlarmıydı ?Şimdi bu yazdıklarımı babam okusa diyecekki;kızım niye böyle şeyler yazıyorsun,bilmediğimiz bir derdin mi var?Belirsizlik diyecektim,belirsizlik var ya onu ortadan kaldırsak belki birşeyler daha güzel olacak.Nasıl olacak bilmiyorum ama böyle olmayacağını biliyorum baba.O da bana;kızım çok okuyorsun,çok dalıyorsun herşeye.Tamam ben sana okuma demiyorum oku tabi ama kendini bu kadar yorma,kendi kendini çok dinliyorsun,bu kadar dinleme!diyecekti.Ben demedim o da demedi.Yorganı üstümden atıp,babama diyeceklerimin hepsini yorgan altına koyup,yatağın üstünü kapadım.
Aynanın yıllardır aşina olduğu,benimse uzun zamandır tanıyamadığım yüzü hazırlayıp çıktım evden.
Binlerce anlam taşıyan yüzüm,anlaşılmayı beklediği insan kalabalığına karıştı.
Yerini yadırgamadan,kendini olduğu yere ait hisseden insanlara imrenerek bakıyorum.10 yıldır duvarlarına baktığım,her halimin resmedilmiş halini gördüğüm ofisi bile benimsememişken!
Mesai dolduracaz diye yaşayamadığım hayatın,boşa geçen zamanların hesabını soracağım bir yer var mı?
Minibüs geliyor,biniyorum.Turgut Uyar'ın dediği gibi;
Şimdi otobüs gelir biner gideriz,
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen,başka türlüsü güç.

Tabi bu sadece o güzelim şiirde kalıyor.
Bizim gideceğimiz yer de belli,tekrar döneceğimiz yer de.
Şoföre parayı uzatırken;abicim bugün yine kırık döküğüm,çal şurdan bir müslüm baba,iyice dağılalım toparlanması zor olsun,bir kere de toparlanmayalım,bir kere de olması gerektiği gibi değil de olmaması zor olan birşeyler olsun.
Zaten kitaptan bir cümle takılmış kalbime çengelli iğne gibi;
Herşey güzel olmayacak,biz hep imtihan olacağız.Şoför abiye de diyemiyorum diyeceklerimi cebime koyuyorum,geçip oturuyorum koltuğa.
Radyo da başlıyor eski bir şarkı.
Hala radyo da çalan şarkılara inancımı yitirmediğimin farkına varıyorum.
Çünkü bir yerleri yokluyor o şarkılar,yaralarım var.Baksan göremezsin ama biliyorsun orda bir yerlerde.
Babama söylesem aç bakayım,ecza dolabındaki o kremi al sür  hiç birşeyin kalmaz der.Bizim evdeki tüm yaraların tedavisinde o kremi kullanır babam,hiç birşeyi de geçirdiği yok ama bir kere inanmış onun işe yaradığına.
Benim eski şarkılara inandığım gibi.Şarkı bitmeden yol bitiyor,iniyorum minibüsden.Bak gideceğimiz yer belli Turgur Uyar abi.
Durup gitmek istemiyorum,kalsam içimdeki keder öldürecek beni.
Yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgi üzerinde yürüyüp gidiyorum masaya.
Memur değil şair olmalıydım ben baba,duyuyormusun beni?
Bu hayatın merhametsizliğinden değil,yazdığım her kelimeden dolayı acı çekmeliydim.
Her sabah evden çıkarken kapı önünde oyalanmam bu yüzden biraz da,ayaklarına sarılmak istiyorum baba.Beni bırakmamanı istiyorum.
Yalvarırım beni gönderme şu kapının dışına.
Şu kapının dışındaki dünya ile,senin balkonda saksılara ektiğin çiçekler arasında çok ince bir ayrıntı var.
Ne o biliyormusun?Umut.Umut var baba.
Her sabah suladığın çiçeklerde umut var,yaşam var ama şu kapının dışına çıktığında çiçekleri basıp geçiyorlar,umudu yok ediyorlar baba!diyemedim.

Anlatamıyorum baba,
Çünkü ben şair ya da yazar değilim.
Aslında yazıyorum ama sana okutamıyorum,çünkü dertli olduğumu düşünüp dertlenmeni istemiyorum.
Yaşıyorum baba,nefes alıyorum hala.
Boğazımdaki yumruk buna engel değil,hatta her nefes aldığımda o yumrugun batması da sorun değil lakin neden baba ?

Bak bu çiçekler,şu kapının dışı,radyoda ki o eski şarkı
ama en çok da 10 yıldır oturduğum bu masa.
oturdum ağlıyorum baba.
Biliyorum sen şu an balkonda çiçeklere su veriyorsun.
Baba.
Sen sanki dünyanın diğer ucu gibisin.

#hatiradefteri

İstanbul

03 Haziran

3 yıl öncesi.
Ağustos sabahı.
Telefonumdaki termometre 40 dereceyi gösteriyor.
İçim yine gitmelere hazırlanmış ama gidemiyor.
Mutfağa gidip 2 kahve yapıyorum az şekerli.
Çayı şekersiz,kahveyi az şekerli severdi.
Ben bol şekerli severdim ama az şeker de yetiyordu,
çünkü onunla içiliyorsa kahve zaten kendiliğinden şekeri bollaşıyordu.
Kahveleri alıp masasına gidiyorum.
Başını bilgisayardan kaldırıp,kahvenin tadına tat katacak kadar anlamlı olan gülümsemesini gönderiyor.
Kahveyi yanı başına bırakıp karşısındaki koltuğa oturuyorum.
Konuya nasıl girsem diye düşünüyorum,ayağa kalkıp iki yürüyorum ve sonra gülümsemesinden aldığım cesaretle soruyorum;

Sana bir şiir okuyabilir miyim?

Başını kaldırıp önündeki dosyayı kapattıktan sonra arkasına yaslanıyor.
Yine o gülümseme ile;

-Nerden çıktı şimdi?
+içimden geldi.Hem belki okuduktan sonra güzel bir teklifte bulunabilirim sana.
-Hım.Güzel bir teklif demek.
Peki.Oku bakalım.

Sanki büyük bir kalabalık önünde şiir okuyacaktım.Öyle heyecanlı öyle tedirgin.
Ya beğenmezse?
Gidip masamdan defterimi getirdim.
Gözlerine baktım,ben bu adama İstanbul kadar aşıktım.
Başladım okumaya,hiç durmadan nefes bile almadan bir çırpıda bitmişti.
Tekrar gözlerine baktım.
Bir kırgınlık bulutu geçiyordu,üzülmüş müydü İstanbul'u bu kadar sevdiğime?

+Evet,şiir bu kadar.
Şimdi söyle bakalım,benimle güzel anılar biriktirmek için bu şehre gelir misin?

O kırgınlık bulutu hemen dağılıvermişti,dudakları kıvrılmıştı güzel gülümsemesiyle.

-E gel bakalım o zaman takvime,ne zaman gidebiliriz?
+Nasıl yani?Gerçekten mi ?
-Eğer hemen yanıma gelmezsen vazgeçebilirim.

Kocaman gülümsemiştim.Muhtemelen 32 dişimle birlikte.
Annem olsa öyle derdi.

Yanına gittim,.
O bunaltıcı ağustos sabahın da Kasım ayına iki uçak bileti aldık.
Güzel İstanbul'a,güzel sevdiğimi götürecektim.
Şanslıydın İstanbul.Güzelliğine güzellik katmaya geliyorduk.
Kahvelerimiz o sıcakta soğumamıştı ama tazeliyorum dedim.
Tazele bakalım dedi.
kısacık mesafesi olan mutfağa uçarak gitmiştim ve artık günleri saymaya başlamıştım.

3 yıl sonrası.
Haziran sabahı.
Hava o kadar soğuk ki hala yorganları kaldırmadık.
Yataktan hafif doğrulup yanı başımda duran defteri aldım.
2009 yılında İstanbul için yazdığım şiir defterin ilk sayfasından bana bakıyordu,
İstanbul'a ikinci gidişim ama ilk şaşkınlığım.
Gezilmedik yerini bırakmamıştım.
Yine kasım ayıydı.
Sevmeyi bilmiyordum.
Toydum,eksiktim.
Ama elim kalem tutuyordu,
dönüş yolunda İstanbul'u sevmiş hatta aşık olmuş biri olarak O'na bunları yazmıştım;

Bir düş bahçesinde yürüdüm,dalgalanan sularına bakıp üşüdüm.
Basmadı yere ayaklarım,bir hayal aleminde uçup durdum.
El vurdum toprağına sustum.
Gerçek misin sen Ey İstanbul!
Dik yokuşlarında nefes nefese kaldım,bir adım öte de Eyüb'ü gördüm ağladım.
Yankılandı ezan sesi,sesle yaralandım.
Dua ettim camilerinde,yüzümü yere eğdim Rabbim'e sığındım.
Yağmur değdi cama rahmetin geldi,büyüklüğüne bir kez daha inandım.
Yürüdüm erenlere,nargilemi yaktım önüme aldım,
Bin bir çeşit insanı seyre daldım.
Topkapı da yaşadım maziyi,ortaköy de konuştum martılarınla,
Balığın en güzelini tattım saltanat kayığında.
Büyüdün İstanbul,çok büyüdün.
Rüya gördüm sanki beyoğlunda,karıştım istiklalin kalabalığına.
Bir çay bir de sigara derken vardım taksimin tadına.
Aldım başımı gittim bir kıyı kenarına,
yağmur vurdu sanki dudakların değdi alnıma.
Başladım ağlamaya.
Sen nesin kimsin İstanbul?
Herşey sendeyken ve herşey senken ne istersin benden?
72 millet taşırsın kollarında,neyine çaredir bu beden?
Tutsağım havana taşına toprağına
Aşık oldum sana,aşık oldum İstanbul.
Söz kestim yüreğine,gömdüm yüreğimi sularına,
Bedenimi alıp gidiyorum,yüreğim sana emanet.
Belki bir gün yine kollarında uyurum belki.
Tutsağım mavine denizine,

Sen içimde bitmeyen masal.
Aşık oldum sana,aşık oldum istanbul.

Bunlar dökülmüştü içimden.
Bir de defter arasından düşen o resim.
2014 yılının kasım ayında Ortaköy de çekilmiş,
Dünyanın en güzel şehrinde dünyanın en mutlu iki kişisi.
İstanbul'a gitmiştik,
Hep İstanbul kadar sev beni demişti.
Sevmiştim.
O da İstanbul'u benimle sevmişti ama beni sevmeye devam edemedi.
Artık resimlerde kalan ve bir defter arasında saklanmış güzel anılar biriktirmiştik.
Hepsi bu kadardı.



#sevecekmisgibisin

Aysel Abla

28 Mayıs

Herkesin doğup büyüdüğü ve kocaman adam olduğu bir mahalle vardır,
hele biraz da eskilere gidersek mahalle kültürüyle yetişmiş bir sürü insanımız vardır.Mahalleli olmak ayrı bir olaydır.
Şimdi koca koca sitelerde yaşayıp kapı komşusunu bile tanımayan binlerce insanı göz önüne alırsak ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Bizim mahalleden bahsedeceğim size.
Bizim mahallede yaşanan büyük aşklardan dem vuracağım bu gece.
Zira bizde sevmeyi az biraz ucundan bildiysek bu sevdalara şahit olduğumuzdandır.

Mahallemizin kanı deli akan bir abisi vardı.Hakan abi.
2 kişi ancak sığardı berber dükkanına ama mahallenin tümünü taşıyacak yüreği vardı.Dükkanın duvarlarında Ferdi Abinin,Müslüm ve Orhan Babanın afişleri asılıydı ve her sabah sırasıyla kasetler değişir şarkılar ateş ederdi.Beyaz gömleği siyah pantolonu siyah kundurası ve elindeki bal sarısı tesbihi ile bir örnekti mahalleli gençlere.Öyle kabadayılık yoktu o zamanlar herkes delikanlı herkes yeri geldiğinde dayı ama herkes merhametli ve ahlaklıydı.Saygıda kusur etmezdi hiç kimseye.Büyük ile büyük küçük ile küçük olur ama en çok da hakan abi olurdu herkese.Birinin varsa çıkmaz bir işi hakan abi hallederdi,birinin olmazsa kıza ısmarlayacak çay parası hakan abi ordaydı,biri evlenir para toplanır en çok hakan abi verirdi,yaşlısı genci gider hakan abiyi bulurdu yeter ki ALLAH hakan abinin canına sağlık versindi.Kanı deli demiştim ya hakan abi için,mahallenin büyük amcaları ona delibaş derlerdi.
Deli hakan,delibaş hakan,jilet hakan,arabesk hakan,berber hakan en sonda sevdalı hakan oldu.Hem de ne sevda..

Mahallenin gülü Aysel Abla.Güzellik kelimesinin vücut bulmuş haliydi.Bizim oturduğumuz apartmanın karşısında ki 3 katlı evin en üst katında otururdu.Ne zaman balkona çıkıp çamaşır assa mahallenin tümü onu izlerdi.Çamaşır asma işini bir insan ne kadar güzel yapabilirdi ki?Benim annemler de çamaşır asardı ama aysel abla başkaydı.Astığı çamaşırların beyazlığından gözümüz kamaşırdı o nasıl bir beyazlıktı öyle aysel abla?Annem değil sadece tüm kadınlar aysel ablayı kıskanırdı,güzelliği değil ha oraya gelene kadar çamaşırlar vardı.Ha bir de gözleri.Bahar geldiğinde çimenlerin rengi yeşildir ama yağmur yağdığında daha bir koyulaşır ya işte aysel ablanın gözleri ondandı.Bunu da hakan abi söylemişti.Böyle ne açık ne koyu yeşil,ikisini harmanlamış da ayselin gözlerine bahar'ı koymuş Rabbim derdi.Aysel abla,Hakan abiden 4 yaş büyüktü,büyüktü de bu hakan abinin deli gibi sevdalanmasına engelmiydi?
Tabiki değildi hakan abi aradaki 4 yaş farkını 4 kere çarpar,5 kere toplar,yine severdi.Öyle de oldu zaten.
Hakan abi,çok sevdi.

Gel gelelim aysel ablaya.
Aysel abla,mahallede ki tüm kadınların içinin çektiği bir güzelliğe sahipti.Ben aysel ablaya bakardım sonra gelip aynada kendime bakardım,bir de gidip hakan abinin dükkanının camından kendime bakardım.Ben o zamanlar 14 yaşındayım aysel abla 30.Bence aysel abla doğduğu an itibariyle bu güzelliğe sahipti,tüm mahalleli olarak bu konuda hemfikirdik.Aysel abla güzeldi de keşke bahtı da güzel olsaydı.Bir kere evlenmişti.Kocası vefasız kadir kıymet bilmeyen biriymiş,ilk zamanlar çok sevmiş,çok kıskanmış evden bile dışarı çıkarmamış.İlk zamanlar aysel ablanında hoşuna gitmiş ama zaman ilerledikçe bu sevgi zulüme dönüşmüş.Cama çıkma kapıya çıkma anana,babana gitme derken,hayat zindan olmuş aysel abla için.Sonraları olaylar büyümüş hergün dövmeye başlamış kocası.Bir yolunu bulup evden kaçmış ailesine sığınmış ama onlarda sahip çıkamamış kızlarına.Bir küçük kız kardeşi varmış onu da aldığı gibi kaçıp gelmiş bizim mahalleye.Elde yok avuçta yok,mahalledeki apartmanların merdivenlerini silmeye başlamış.Tabi bizim mahalle imece usulü para toplayıp yardım ederdi aysel ablaya ama o kimseye muhtaç olmak istemezdi.O güzelliğine bir de mağrurluk eklenmişti.Yüzündeki o çizgilerin her birinin başka bir anlamı vardı.Güzelliğim çektiğim çileden geliyor der gibi bakıyordu.
Bazı insanlar vardır öyle,çektiği dert ile güzelleşir,başka bir hoş olurlardı.Aysel abla onlardandı.Hakan abi de bu hikayeyi biliyordu ya,daha bir sahiplenmişti aysel ablayı.Öyle hissettiği sevdayı dile getirmemişti ama hepimiz biliyorduk.Hem delikanlı adam sevdasını dile dökmezdi,yürekten yüreğe giden yol da sessiz sedasız ilerlerdi.Aysel ablanın işe gittiği vakitleri bilirdi ya,işte o dükkanın önünden geçmeden 15 dakika önce dükkanın önüne su serpilirdi.Dükkanın içinden gelen o gül kolonyasının kokusu tüm mahalleyi sarardı.Radyo bangır bangır çalardı,e tabi Orhan Baba da az değildi.
Sanki arka planda oturmuş almış eline sazını bizimkiler için söylüyordu;

Her günün ardında senden bir ümit var
Hep gelecekmiş gibisin
İçimde bir duygu gözümde bir hayal
Sanki sevecekmiş gibisin.

Aysel abla gelir geçerdi o dükkanın önünden,biz kaldırımda oturur bu sahneyi izlerdik.Aysel abla hafiften o bahar gözlerini hakan abiye çevirir,hakan abi orda canını teslim etmemek için dua ederdi.Aysel abla bir geçerdi,rüzgarından biz nefes alamazdık.Öyle geçip giderdi,bir geçişi 1 dakika bilemedin 2 dakika sürerdi ama bize bir ömür gelirdi.Biliyorduk bizde,aysel ablanın da meyli vardı bizim abimize.Yoksa öyle bakmazdı,bakamazdı.Bu böyle 6 ay devam etti.Biz her akşam vakti toplanıp,toplanıp dediysem benimle aynı yaşta 2-3 mahallenin çocuğu,kaldırıma oturup bu filmi izledik.İzledik,izledik de ne okuduğumuz kitaplar da ne izlediğimiz filmler de mutlu sonu görebildik.O vefasız koca gelip aysel ablayı bizim mahallede de buldu,huzur falan bırakmadı.Her gece kadının kapısına dayandı,küfür hakeret bağırış çağırış ardından gelen polis arabaları.15 gün böyle devam edince bir sabah aysel abla üç-beş parça eşyasını da toplayıp mahalleden gitti.Sabah kalktık perdeler yok,çamaşırlar yok.Koşup gittim hakan abinin dükkanına.Dükkan mıh gibi kapalı.
Hakan abi ıspartaya gitmiş,orda bir asker arkadaşı varmış.Arkadaşının kahvehanesi varmış orda çalışacakmış.Bir daha gelmeyecek dediler.
Ne de kolay söylediler.

Aysel abla gitti de hakan abiyi de bırakmadı bize.Dükkanın karşısında ki kaldırımda oturup belki gelir ümidiyle bekledik epey bir zaman.Gelmedi.O dükkanın kapısı bir daha hiç açılmadı.Aysel ablanın oturduğu eve başkaları geldi oturdu ama o balkona bir daha öyle bembeyaz çamaşırlar asılmadı.Aysel ablanın ardından mahallenin tüm kadınları dedi ki;ALLAH çirkin şansı versin,güzeldi de ne oldu sanki,ne yuvası oldu ne hayatı.Ordan oraya göçmen kuşlar gibi.

Biz mahalleden taşındık,uzun zaman yolum düşmedi,düşer gibi olsa da ben gitmek istemedim.

Sonraları mahalleden bir arkadaşı gördüm,

hakan abinin dükkanı ne oldu dedim,
dükkan yıkıldı dedi kentsel dönüşüm bizim mahalleye de uğradı.
Ya aysel ablanın evi?
O nu bırakırlar mı?O evi de yıktılar ardından.

#kıvırcık

Böyle Sevmeyi Nerden Öğrendin?

20 Mayıs

Onu çok sevdim.
Bir insan ne kadar sevilir ise yada ne kadar sevilmesi gerekiyor ise ben onu o kadar sevdim.
Tabi o bu sevginin ne kadarını hissedebiliyordu bilmiyorum.Anlatmak mı gerekiyordubilmiyorum bazen onu da yapıyordum,elimden geldiğince anlatmak istiyordum ama anlatılarak anlaşılacak birşey değildi,kelimeler bazen bir araya geldiğinde hiç bir şey anlatamayabilirdi bu yüzden hissedilmesi gerekiyordu bana göre.Mesela ben karşımdaki bireye olan sevgimi göstermek için genellikle dokunmayı tercih ederim.Kitaplığımın önünde durup uzun uzun kitaplarımın kapaklarına dokunur,odamın duvarlarına astığım film afişlerinin karşısında durup hayaller kurar sokakta gördüğüm kedinin göbeğindeki tüyleri tararım.Papatyanın yapraklarını tek tek koklarım,annemi çok öperim babama gözlerimle gülerim,sevdiklerimle kahve içerim
(bana göre herkes ile çay içilir ama kahve başka birşey,
Bir kere söylerken bile bir ağırlığı var,o ağırlığı yüreği ile taşıyacak dostlar lazım bize)
ve O’nun kıvırcık saçlarının içinde ellerimi gezdirmeyi çok severdim.
 –Dili geçmiş zaman eki kullandım onun o güzel kıvırcık saçları için.Çünkü uzun zaman oldu o saçları görmeyeli.Bak bu da bir derttir.
Bir kardeşim sevdiği kızı anlatırken şu cümleyi kurmuştu;
Onu neden sevdiğimi anlatmak için sana bir sürü sebep sayabilirim ama en önemlisi nedir biliyor musun?
Çok güzel saçları var kıvır kıvır.Ellerim kayboluyor saçlarının arasında.
Bulmak istemiyorum kendimi,hem bulup ta ne yapacağım kendimi?
Bu kadar güzel saçları var iken.

-dili geçmiş zaman’a ait olan o güzelim saçlardan bahsetmemi ister misiniz?

O sabah yüzüm ona dönük şekilde kahvaltı masasına oturmuştum.O ise ayakta ayna karşısında saçlarına şekil vermeye çalışıyordu.Ayna da kendimi de görüyordum o benim onu izlediğimin farkında değildi ya da ben onun farkettiğinin farkında değildim.Uzun ince parmaklarını o güzel saçının kıvrımları arasında dolaştırıyordu.Sezen Aksu'nun o güzelim şarkısı nasıl da yakışırdı aslında o an'a.
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim.
Onun elleri saçları arasında dolaşırken benim kalbimin yükü hafifliyordu sanki ve diyordum ki içimden;içimi en iyi sen bilirsin Allah’ım eğer içime bu sevgiyi koyduysan onu sevmeme vesile olduysan onunla kalan ömrümü paylaşma mutluluğunu da yaşat bana.İçimden diyordum kan dolaşımım hızlanıyordu ve aynı hız ile yanaklarım kızarıyordu.Bu sevgiyi içime yerleştiren Rabbim’e karşı bir utangaçlığım vardı.Biliyordu O da;yaradılanı severim yaradan da ötürü ama bazen bu sevgi de aşırıya mı kaçıyordum ?diye kafamın için de aynı anda bin tane düşünce dolaşırken,sanki kafamın içindekileri aynaya yansıtmışım gibi o soruyu sordu;

-Beni neden sevdin?

Bak şimdi 15 dakikadır bu aynanın karşısındayım sen saçlarımla uğraştığımı sanıyorsun ama öyle değil,hem beni izlediğinin farkındayım.
Neden ben?şimdi zıt kutuplar birbirini çeker diyeceğim biz iki zıt kutup olmanın da ötesindeyiz sende farkındasın.Sebepsiz sevgi olur mu?Ne bileyim gülüşü olur oturuşu kalkışı olur duruşu olur hayata bakış açısı olur.Sen ben de neyi buldun da sevdin? Kendime bakıyorum,sonra düşünüyorum ama bir sebep bulamıyorum.Hem senin bir ölçütün de yok,seviyorsun seviyorsun da bazen çok ama çok sevdiğinin farkında değilsin,mübalağa sınırlarını zorluyorsun.Ben bu kadar sevilmeye layık mıyım bilmiyorum,kendimi çok iyi tanımıyorum çünkü.İnsanın kendini bilmesi tanıması ve sevmesi o kadar uzun zaman alıyor ki senin beni bu kadar kısa sürede bu kadar çok sevmeni anlamıyorum.
Hem söyler misin bana böyle sevmeyi nerden öğrendin?

Evet bu cümleleri bir kere de nefes almadan söylemişti.Sanki kitaptan bir paragraf okuyor gibiydi,kitap okumadığını hatta sevmediğini biliyordum,bilmesem bir yerden ezber mi yaptı diyecektim.Onu tanıdığım bu yıllar içerisinde bana kurduğu en uzun cümleler olacaktı.

Ayağa kalkıp ona doğru yürüdüm.Bu cümleleri bana kurar iken yüzündeki ifadesinin farkında değildi.Küçük bir çocuğun ilgiye muhtaç olduğu bir yüz ifadesi vardı karşımda.Yüreğime değmişti o kederli cevap arayan yüzü.Kendimi gördüm o yüzünde.
Ellerimi kıvırcık saçlarına değdirdim,bir çocuğun saçlarını sever gibi karıştırmaya başladım.
Birşeyler söylemeliyim ama söylemenin yolunu bulamıyorum.
İçimden diyorum saçların ne kadar güzel.Gözlerimle gözlerine seviyorum işte hesabını yapmadım diyorum ama o sesli olarak birşeyler duymak istiyor.
Bir hikaye bekliyor benden biliyorum,içimden diyorum saçların en güzel hikaye değil mi ?
İçimden diyorum Allahım kalbimin yükünü hafiflettiğin gibi dilimde ki ağırlığı da hafiflet kelimeler kalksın yerinden O’nun yüreğine değsin.

Şimdi sana desem kitaplardan filmlerden gökyüzündekilerden ve yeryüzündekilerden öğrendim bu kadar sevmeyi,inanırmısın ?
Şimdi sana desem ki sevilmeyen de bilir sevmeyi bana güvenirmisin?
Şimdi sana desem ki aslında hiç sevilmedim bende,bana kızarmısın?
Benim senin gibi güzel saçlarım yoktu,insanların beni sevmeleri için türlü türlü şeyler yaptım bana gülermisin ?
Herkesi herşeyi severek öğrendim sevmeyi,ilk başta herşeyin ve herkesin sahibi olan Rabbimi sevmekle başladım,sonra annem ve babam ile.Bak bu mesele benim içi büyük bir imtihandı.Onların beni sevdiğini anlatmaları için kelimeleri yoktu,annem hiç okula gitmemiş babam da lise terk.Onlarda sevilmemiştiki.Eski zamanlarda aile büyüklerinin yanında çocuklarını sevmek ayıpmış öyle derlerdi büyüklerimiz.Sevmenin neresi ayıp onu da bilemedim yıllardır,bakma hiçbir kitapta yazmıyor.Öyle gelmiş bak böyle gidiyor işte.
Kelimeleri yokmuş  ama elleri varmış gözleri varmış sevmek için onu da becerememişler.
Şimdi kalkıp bu kadar yıldan sonra BENİ NEDEN SEVMEDİNİZ diyemedim bunun hesabını sormadım içten içe içerlendim içerlendikçe onları çok sevmeye başladığımın farkına vardım.
Onlara bilmediklerini öğretmeye başladım.Annemi her gün öpmeye babama ise gözlerimle gülmeye başladım,bu şekilde çözdük sevgi işini.Onların eksik bıraktıklarını ben tamamlamaya başladım.Bir anne babanın yerini tutarmıyım bilemiyorum ama annemin annesi babamın babası oldum.Bir kadın olarak onları doğurmadım ama onlara bilmedikleri birşeyi öğreterek taaa en başından anlatarak dünyaya getirmiş oldum,Onlara yeni bir kapı açtım.Onları yada herkesi herşeyi sevmemin nedeni bu işte.Hiç sevilmemem.Ben sevdikçe eksikliklerin kapandığına inandım yıllar boyu.Sevdikçe sevilirim umudu taşıdım içimde.Herkesi olduğu gibi kabul etmeye başladım zorlandığım yerlerde içimde ufak ufak büyüyen sevgiye sarıldım ve herşeyi sevgi ile halledebilirim diye düşündüm tabi ki halledemediğim zamanlar da oldu işte o zaman oradan uzaklaştım.Benim sevmek duygusu ile tanışmam böyle oldu.Yaralı sancılı kederli eksik küçük ufacık yalnız kimsesiz hissettiğim zamanlarda oldu bakma,sevmek kolay değildi ama öğrendim ya da kendimi öğrendim diye teselli ettim.
Sevmek duygusu tüm duyguları içinde barındırıyormuş bunu da bildim.

Ve sana gelince;
Bu anlattıklarımın sonucu itibariyle,saçlarını bir annenin çocuğunun saçlarını sevdiği şefkatle seviyorum her defasında.
Seni koşulsuz,sorgusuz sualsiz seviyorum.Sebep aramıyorum seni neden bu kadar çok sevmelerime.
Çünkü sende bilmiyorsun sevmeyi,bilmediğin için sevemiyorsun beni.
Benim geçtiğim yollardan geçiyorsun bir anne baba arıyorsun kendine yada başka birşey.
Sen kendinden bir anne baba yaratır mısın bilmiyorum ama şanslısın,
ben senin annen ve baban olmaya hazırım.Seni severken nasıl sevileceğini de öğretmek için burdayım.Hem senin türlü türlü şeyler yapmana gerek yok senin bahanen saçların olsun.
Bırak dolaşsın ellerim,sevilmeye layık olduğuna saçlarını sevmekten başlayayım.
Bir insanın saçlarının her bir telinin ne kadar çok sevilebileceğini göstereyim sana ki düşün bir saç teli bu kadar sevilirken sen ne kadar sevilirsin?
Bırak kendini bana,bıçakların ağzı böyle kapansın.
Bırak kendini sevgime,unutayım sevilmediğimi.

..Böyle anlatmıştım O’na  onu ve saçlarını sevme hikayemi,
şimdi sevmeyi öğrendi mi bilmiyorum
ama
giderken bana bir daha bu kadar sevilir miyim bilmiyorum dedi.
O’na peki bu kadar sevilirken neden gidiyorsun diye sormadım,
çünkü eninde sonunda her çocuk yuvadan uçuyordu.

#cocuklugum

Babaannem'in Gofreti

07 Mayıs

İnsan en çok ne zaman özler ?
Böyle yazıyordu okuduğum kitapta.
Kısa ve öz olan bu cümle beni alıp yerden yere vurma gücüne sahipti.Yapı itibariyle özlem duygusunu her an fazlasıyla yaşadığım için en çok ne zaman özledim ya da özlerim diye düşünmemiştim fakat son zamanlarda özlemini daha fazlasıyla hissettiğim biri vardı.
Babaannem.Canım Babaannem.

Çocukluğumun en güzel zamanlarını köyde geçirdim.O zaman güzel olduğunun elbette farkında değildim aradan 20 yıl geçmesi gerekiyormuş.Net olarak hatırladığım 8 yaşım ile 10 yaşım arasında babaannemin de dahil olduğu köyde geçirdiğimiz o 3 aylık okul tatilleri.Bu zaman zarfında okul bitişinde karnemi aldığım an'ı hiç hatırlamıyorum,genelde okul tatil olmadan biz köye giderdik ta ki okul açılana kadar köyden dönülmezdi.Babaannem ve babam köyde yaşadığı için annemle ben onların yanına giderdik.Arada abimler ablamlar kuzenlerim de gelirdi ama demirbaş olan bizlerdik.Tek başıma olduğum için çok üzülürdüm ve okulun tatil olmasını istemezdim.Çünkü yaşıtım olan hiç kimse yoktu ama birileri de geldi mi o köy yeri olurdu bayram yeri.Kimseler olmadığı zamanlarda bana eşlik eden bebeklerim vardı.Her kız çocuğunun olduğu gibi benimde çok güzel bir sindy bebeğim vardı.Annemin o bebeğe çok güzel elbiseler diktiğini hatırlıyorum.Bahçemizde kocaman bir erik ağacı vardı,o ağaç dibinde oynardık yemek yerdik misafirler ağırlanırdı hatta uyurduk.Arkası kocaman bir üzüm bağına açılırdı,türlü türlü meyve ağaçlarımız vardı.Pembe güllerimiz vardı,sarı kasımpatılarımız.Seramız vardı bir sürü sebzenin yetiştiği.Artezyenimiz vardı,buz gibi suyu akardı.Damımız vardı sıra sıra uyuduğumuz,kazanlar kurulup bulgur haşlandığında kuruması için dama serildiğinde sıra sıra uyuyanlar çıkıp nöbet tutardı kuşlar gelip yemesin diye.Elimizde ince bir değnek kuş nöbeti tutardık ama aramızda kalsın en çok biz yerdik.Üzüm bağından toplanan üzümlerle pekmez pişirilir,orcik asardık.Annem tarhana yapardı,annem biber patlıcan kuruturdu,ben çok seviyorum diye elma kulağı yapardı annem.Tandırımız vardı ekmek yaparlardı köyün kadınları.Seçili kişilerdi onlar.Bir gün önceden gece sabaha doğru ev halkı kalkıp hamuru yoğururdu.Bizim buralarda o hamur yoğrulurken ayakla girilirdi çünkü kocaman bir hamur olurdu,elllerin yetemeyeceği kadar.Hatırladığım kadarıyla 2 çuvalla yapılırdı o hamur.Annem girerdi babam girerdi bende girerdim.Babaannem su katardı un katardı kenardan.Biz birbirimizin ayaklarının değdiği ekmekleri yerdik o zamanlar,şimdi kimselerin gözü birbirine değmek bilmiyor.Babam geceden tandırın ateşini yakardı sabaha o kor ateş geçsin de harıl harıl yanıp ekmek ziyan olmasın diye.Sabah erken saat de ekmek yapan kadınlar gelirdi tandır başında önce sözlü sohbetli ki gülmelibir kahvaltı yapıldıktan sonra ekmek yapmaya başlanırdı.Biri hamuru top ederdi diğerlerine dağıtırdı.Diğerleri dediğim 4 kişi hamurları yufka yapar,tandır başında duran pişiriciye verirdi.O pişirip ekmeği yan tarafına bırakırdı,ekmekler onun yanında birikirdi.Babaannem gelirdi o ekmekleri teker teker ayırıp bakar sonra deste yapar,götürüp ekmekliğe bırakırdı.O zamanlar onu öyle dikkat kesilip izlemişim ki şu an bunları yazarken bile gözümün önünde ellerini görebiliyorum.O ince uzun parmaklarını yaş almış çile çekmiş güzel ellerini öyle özlüyorum ki.
Aslında  herşey bir yana benim babaannemin elleri vardı;saydığım bu kadar şeyi yapabilen,güzelleştiren anlamlı kılan.Yeryüzündeki iki el en fazla neyi başarabilirse benim babaannem onları başarırdı.
Tabi o zamanlar Turgut Uyar bilmiyorum,bilsem okurum babanneme.
"senin bu ellerinde ne var bilmiyorum,tuttukça güçleniyor kalabalık oluyorum"
Kuzenlerimin de köyde olduğu bir sabah uyandığımızda yanı başımızda aynı bezden yapılan 3 yastık 3 döşek 3 yorgan görmüştük.Üçü de üçümüzün bebeklerine yapılmıştı.Üçü de aynı boyuttaydı ve üçümüzde çok mutlu olmuştuk.Babaannemden hiç bir zaman bize karşı söylenmiş belirli bir sevgi sözcüğü yada sevgi belirtisi duymamıştık hissetmemiştik ama yanıbaşımıza bırakılan bu hediyeler aslında sizi seviyorum demenin en açık ifadesiydi.Babaannem bizi seviyordu sadece sevmeyi göstermeyi bilmiyordu.O zamanlar köy yerinde iki tane bakkal vardı mesafe olarak ikisi de bizim evimize çok yakın değildi,öyle istediğimiz her an bakkala gidemiyorduk.Köy içinde gezen nakliyatlar vardı,en çok patates soğan ve gofret satarlardı.Evet kutu içinde gofret.O nakliyatlar ne zaman geçse babam denk geldiğinde gidip 1 kutu alırdı.Babaannem o kutuyu hep saklardı,misafirler geldiğinde ikram edilecek derdi.Biz de inadına nereye saklarsa saklasın gidip bulurduk ve gizli gizli kucaklayıp dalda yerlerde yerdik.Hani gizli ya yasak ya o gofretin tadı nasıl güzel olurdu,birde babannemi kızdırmak hoşumuza giderdi.Kutunun yarıya indiğini gördüğünde bağırıp çağırmazdı ama 'kızım ayıp bu misafirin,babana söyleyecem size başka alsın'derdi.Babam hiç bir zaman 2.ci kutuyu almadı ve biz her zaman o sakladığı kutuyu bulup ondan yedik.Bir süre sonra babannem de saklamaktan vazgeçti bak buda aslında seni seviyorum demekti.

Çok zaman değil kısa bir süre sonra babannem hastalandı.Biz şehre döndük babaannem bizde kalmaya başladı.Ben ciddi bir şey olduğunun farkında değildim ta ki annemin abimlere sessizce saklayarak söylediğini duyana kadar;
-Babanneniz kan kusuyor sakladığı mendilleri hırkasında gördüm söylemiyor bize.

Sonra hastane serüveni başladı.Üniversite hastanesinde yatıyordu herşey yapılmıştı ama doktor artık yapılacak birşeyin olmadığını ve eve götürülmesi gerektiğini söylemişti babamlara.Babaannem hastaneden gelmişti ikimiz aynı odada kalıyorduk.Karşılıklı kanepelerde yatıyorduk.Her gece önce onun uyumasını beklerdim onun uyuduğuna emin olduktan sonra yanına yaklaşıp nefes alıp almadığını kontrol ederdim arada korkardım da ya şimdi ölürse diye?Anneme korktuğumu söylerdim ama o da hep birşey olmayacak derdi.
Sonra bir sabah birşey oldu.
Gözlerimi açtım kanepe boştu.Hemen odadan çıkıp annemin yanına koştum.Babaannem fenalaşmış hastaneye götürmüşler.
Nasıl duymadım diye hala hayıflanırım.
Çünkü babaannem o gün hastaneden dönmedi.
Çünkü
babaannem dönülmeyecek yere gitti.
Gelip yatağında oturdum yastığına elimi sürdüm,
yastığının altında duran yazmasını alıp kokladım ve kanepenin arka tarafına atılan kanlı mendilleri gördüm.Babaannem kan kusuyordu ve bizden saklıyordu.

Babaannem vefat edeli 20 yıl oldu.10 yaşının gerektirdiği gibi davranmışım o zamanlar yani elinde olanın kıymetini bilememek.Yaş almam gerekiyormuş,yaşadığım herşeyin aslında o zamanlar güzel ve değerli olduğunu anlamak için.Babaannemi kaybettikten sonra da köye gitmeye devam ettik hatta 6 yıl kadar düzenli bir şekilde ama sonra birşey değil birçok şey oldu.

Artık ekmek yapmıyorduk,sebze ekmiyordu babam,üzüm bağını da söküp attı.Çiçekler artık ekilmiyordu,pekmez de kimse yemiyordu.Ekmek pişirici nezahet teyzeyi de kaybettik.O buğdayları serdiğimiz sıra sıra uyuduğumuz dam çöktü en son da babam yıktı.Ocağımızda yemek pişmedi annem tek başına tarhanayı bir türlü beceremedi.Babaannemin elleri hiç bir işe değmedi,bizim ellerimiz bunları yapmaya yetmedi.Köy Rukiye ablasını kaybetti,babam annesini ben ise tüm çocukluğumu.
Gofret satan nakliyatlar da bir daha gelmedi.
Artık kimse beğenmiyor, gofreti marketten alıyorlarmış dediler.
Çünkü artık babaannem yoktu.
Babaannemin elleri yoktu artık,
Babannem yoktu.



#15Temmuz

Senden Sonra

30 Nisan

Yeryüzünde senin 'isminle' başlayacak yazılar,şiirler,kitaplar filmler bulabilirim ve bunları hep başkası yazıyor olabilir sevgilim.Ben bunların her birini kalkıp aramızdaki muhabbete dahil edebilirim ama meselemiz bu değil.

Ben senden sonra kısmı ile ilgileniyorum.

Ve aslında herşeyin senden sonra başladığının farkına varıyorum,zira herşey senden ibaret değil(miş)sevgilim.

Senden sonra;daha önce bu şehrin sokaklarında hiç gezmemişim gibi kaldırımları arşınladım.Her gittiğim mekanın kahvesinin tadına baktım.Hani sen zararlı ne var ise tüketmeye bayılıyorsun diyordun ya kendime kahve ile daha fazla zarar vermeye başladım.Zira en büyük zararı sen vermiş iken,dünyanın en güzel içeceğine nasıl da çamur attın?

Senden sonra;kitaplığıma her hafta 1 kitap eklendi,her ay 4 ya da 5 kitap bitirmeye başladım.Daha önce ilgi bile duymadığım yada duymaya vakit bulamadığım yabancı dizi furyasına bende katıldım.Bir bilsen neler neler izledim de ya da boşver bilme sen.

Senden sonra;elbet herşey güllük gülistanlık değildi,acı da çektim sevgilim.
O kitapları ve filmleri izlerken bağıra bağıra ağladım ama annem ve babam evde yokken.Aç ve uykusuz geçirdiğim günlerime bu odanın duvarları şahit oldu.En çok geceleri anlattım.Gündüzleri acı çekmeye vakit bulamıyordum,zira çalışmak gerekiyordu aşk ile karın doymadığı gibi aşkın acısı ile haram zıkkım oluyordu.

Senden sonra;Dünya aynı mı kaldı sanıyorsun?
Dört bir yandan sözde komşularımız ile çatışır iken kendi içimizdekileri unuttuk.Haziran seçimlerinde,hedefe ulaşamadık derken koalisyon kuracak hükümet bile bulamadık.Sabahlara kadar tv lerde süren açık oturumları babam ile izlerken Kasımdan ümitliydik.
Zira Kasımda büyük bir zafer ile istediğimizi aldık hatta yetmedi meydanlara gidip bayrak salladık.Tam herşey oldu düzene bindi hadi inşaallah derken 15 Temmuz gecesi ile derinden sarsıldık.

Sevgilim;
Seninle birlikte iken dünya üzerinde bir sürü insafsızlığa,merhametsizliğe,düşmanlığa,gözyaşına şahit olduk.Senden sonra da devam etti tabi.Sen sanıyormusun ki Esad küçük çocukları öldürmekten,İsrail Filistin'i bombalamaktan,ABD Irak işgalinden vazgeçti ?

Ama böylesini hiç görmedik sevgilim.

15 temmuz gecesini önce bir film izler gibi an be an televizyondan izledik.Babamın kalp hastalığı yoktu ama o gece hep kalbini tuttu.Ben hem televizyona hem telefona en çok da babama baktım.Babam Menderes'in asılmasına bir şey yapamadık,engel olamadık diye yıllar yılı konuşurken ve onun acısını,rahmetlinin her adı geçtiğinde gözleri dolu dolu elleri ve dudakları titreyerek anlatırdı.
Zira tecrübeler her zaman acı verir.
Babamın geçmişi acı tecrübe ile dolu sevgilim.
Filmler de izlesek etkisini bir hafta atlamayacağımız şeyleri bir gece de yaşadık ve tüm ömrümüze tesir etti.Bugüne kadar kitaplarda okuduğumuz,okurken acı çektiğimiz her şeyi bir gece de yaşadık ki devamı da geldi elbet.Okunan selaların,belediyelerin yaptığı anonsların,mahalleye doluşan taksilerin,çekilen tesbihlerin,içilen sigaraların,bir baştan diğer başa atılan voltaların haddi hesabı yoktu.O kara gece yerini sabaha bırakırken televizyonda habire bişeyler değişirken,bir sahne gördüm,yemin ederim bileğimi kessen kan akmazdı o dakika.Köprüyü kapatan askerler daha fazla direnmekten vazgeçip elleri başlarında teslim oluyorlardı.Babam dedi ki;bak bu elleri başlarında olan bizim askerlerimiz,onlara doğru giden de bizim askerimiz.
Bizi bize düşürdüler sevgilim.Seni beni değil!

Şimdi gavur kime denir,niye söylenir?Merhametsiz olana,Allah korkusu olmayana.Bunlar gavurdan beter çıktı.Yeryüzündeki tüm kötülükleri üniforma adı altında üzerlerine giymişler,o bayrağımıza da leke sürmüşler.

Ya geriye kalan bizler?Aslında az olan bizmişiz çokmuş onlar.
Her yere sinmişler,her yeri sahiplenmişler.Birbirimizin arasına nifak tohumu ekmişler.Bir ömre yayılacak kadar nefret biriktirmişler.

Onların nefreti pisliği merhametsizliği bir yana olsun da bizim milletimizin o kutlu direnişi daha çok konuşulmaya yazılmaya anlatılmaya değmez mi?
Çok şey yazılır elbet,bu işin ehli olan her kişi anlatacaktır o geceyi,o geceyi kutlu yapan o güzel mümin kardeşleri.
Benim söylediklerim bir kaç kelimeden öteye gitmez,zira ben şair yada yazar değilim sevgilim,ben bir sigarayı söndürmeden diğerini yakan biriyim.

Senden sonra;çektiğim acı ile bir daha iflah olmam demiştim.Yani nefes alıyorduk her sabah kalkıp işe gidiyorduk bir parça da gülüyorduk ama yaşamıyordum.
Yaşam denince akla gelen her aktivite vardı ama;
eğer bir cümle de 'ama'var ise önceki yargının hükmü yoktur diyen sendin sevgilim.Her akşam  annem ve babam ile aynı sofraya oturup gözlüklerin altından gözyaşlarımı masaya damlatırken,annem ve babamın da gözlerinin çok iyi görmediğine güvenip akıtıyordum.
Biliyorum görseler üzüleceklerdi derken;15 temmuz gecesi birbirimize bakıp bakıp ağladık.Hele ki ben;
onları üzmemek için kendimi ordan oraya saklarken tüm milletin aynı anda acı çekmesine,acı çekerken birlik beraberlik içinde oluşuna,o tankların dibine yatanlara,çatılara çıkıp F-16 ları yakalamaya çalışanlara,tarlasını ekinini emeğini,düşmanların görüşünü bozmak için yakan o amcaya,evinden bir daha dönmemek için çıkanlara,pişman olup kendini öldürenlere,arabası traktörü motoru iş makinası bisikleti o su bu su ile heryeri kapatanlara,düşeni kaldıranlara,evladını,anasını babasını kocasını uğurlayanlara,toplu cenaze törenlerine,Reis'in en yakın arkadaşının ve oğlunun tabutlarının başında konuşmaya çalışırken o boğazına takılan kelimelerin her birine ve daha binlercesine içimiz çıkana kadar ağladık.Saklana saklana değil sarıla sarıla.Acı çekerken özgürdük sevgilim.

Senden sonra;gecem gündüze gündüzüm geceye karışır demiştim,
ALLAH var ki gece gündüze gündüz geceye karıştı.Binlerce insan gece gündüz demeden,memleket nöbeti tuttu.Yani demem o ki laf geldi yerini buldu.

Sevgilim;
Annenin kaderi kızına derler ya;bizim kaderimiz de coğrafyamızdan geliyor.Coğrafya kaderdir demiş İbn Haldun.Yıllar yılı bu topraklara ekilen nifak tohumlarını biçerken her tarafı kanla bulandırdılar ama sanma ki başarılı oldular,kanın döküldüğü yerden yeniden doğduk biz.Bin öldüysek bin dirildik.Bu topraklar sadece hain,merhametsiz vicdansız insanlar yetiştirmedi,bu topraklar bu coğrafyanın kaderini güzel işleyecek insanlar da yetiştirdi.Şu an ekip biçtiğimiz gözyaşı acı hasret olsa da elbet güzel günler de gelecektir.Biz her gece uyuduğumuzda,gelecek her sabahın daha iyi olacağına,şerrin getireceği hayıra da inandık.

Sevgilim;
onlar bize vurdu ama biz ölmedik.
Toprak altına koyduklarımız da ölmedi sadece kısa süreliğine ayrı kaldık.Onlar ebedi yere giderken biz fani olan bu yerde onların adını,onların bu vatan için neler yaptığını,yaşatmak için kaldık.
Şehadet şerbetini içme şerefine nail olmuş o kahramanlara borçlandık.

Bende isterdim sevgilim;mutlu olmayı,güzel şeylerden bahsetmeyi,senden sonra.
Ama dedim ya;toprağımızın kaderi bu.Seninle birlikteyken de böyleydi senden sonra da.
Seninle birlikteykende değiştiremediğim zulümler için ağlıyordum büyük acılar çekiyordum,senden sonra da.
Ben birşey yapamadım sevgilim.
Ben şair ya da yazar değilim.
Ben sadece,kadere inanan biriyim.


#sezenaksu

Eskidendi Çok Eskiden

23 Nisan

Sabah evden çıktığımda evin arka bahçesinde bulunan ağaçların budandığını gördüm.Yeryüzü bahara hazırlanıyordu.Başımı gökyüzüne çevirip;siz hazır mısınız diye sordum bulutlara.Zira Mart ayında kış mevsimini fazlasıyla hissettiğimiz için Nisan ayının da öyle geçeceğini düşünüyorduk.
Yanıltmadı da.Günlerdir yağmur yağıyordu.
Sokaklar yine ıslaktı.Boğazım ağrıyordu,burnum tıkalıydı gece boyu uyuyamamıştım.
Grip bu yıl 2.kez bulmuştu beni.Eskiden daha az hasta olurdum diye düşündüm,yaş aldıkça vücut direnci biraz daha düşüyordu anlaşılan.
Ve yine eskiden olsa hasta olduğumda hemen doktora koşardım,bir sürü ilaç alıp hemen iyileşmek isterdim ama artık bazı şeyleri eskisi gibi önemsemediğimi gördüm.Gelen gidiyordu,elbet bu gripte gidecekti.
Hem daha önce de gitmemişmiydi ?
Şimdi ahmet olsa derdi ki;gribi bu kadar dramatikleştirip senaryo yazan senden başka kimse bulunmaz herhalde,nasıl beceriyorsun olayları bu kadar genişletip bir yerlere bağlamayı.
Minibüse biniyorum,yol üzerindeki kaldırım kenarlarına ekilen çiçekleri görüyorum.Rengarenk laleler.Pembe,sarı mor ve kırmızı.Hepsi bir uyum içinde.Baktıkça mutlu olunması gereken kareye bakıp mutlu olamıyorum.Ben bahar insanı değilim ve ardından gelen yaz'ın.Ben lalelerin üzerine yağacak yağmurun derdindeyim.Hava durumuna bakıyorum önümüzdeki bir kaç gün daha yağmurlu,sonraki günler için belirsiz.Sonrasına bakarız diyorum.

O günü bekleyen akşamda bir tanıdığı ziyaret etmek için hastaneye gittim.Hastane çıkışı,yüzü okşayan o tatlı serin havanın tadını çıkarmak için yürümeye başladım.Kulağımda uzun zamandır dinlemeyi ihmal ettiğim bir şarkı vardı.
Şarkı ile birlikte yol akıyordu.Habire başa alıyordum şarkıyı.
Bayağı bir mesafe yürüdükten sonra,kaldırımdan yola indiğimi farkettim.
Ve sonra O'nu.
Duraktaydı.
Üzerindeki montu kulaklarına kadar çekmişti.Elleri cebindeydi ve yerinde bir ileri iki geri gidiyordu.Üşüyordu.
Bu hava onun üşüyeceği hava değildi,hatta bana kızardı böyle tatlı havalarda üşünür mü diye.Hem o bahar'ı ve yaz'ı çok severdi.
Hatta beni de bir yaz akşamı sevmişti.
Ben üşümüyordum.Ben bayağı zamandır üşümüyordum.
Olduğum yerde kaldım,şarkı akmıyordu,yol akmıyordu,arabalar geçmiyordu.
Kaçamıyordum çünkü adımlarım o duraktaki anılarımdan küçüktü.
Yüzüne bakıyorum,o beni görmüyordu ya da görmüyor olabilir miydi?
Ya görmek istemiyorsa?
Ve yine Ahmet olsa derdi ki;
kızım ayrıntılara bu kadar takılma,mahvedeceksin kendini.
Birşey ya vardır ya da yoktur.Ortası olmaz.
Yüzüne bakmakla kalmıyorum,ayrıntıları bu defalık kafamdan siliyorum,ahmet'i dinliyorum ve önünden geçiyorum.Başını benim olmadığım tarafa çeviriyor,acaba beni gördüğün için mi,ya da görüpte görmeye devam etmemek için mi ?
Bilmiyorum.
Ahh Ahmet.Kardeşim.
Bilmiyorsun.
kendimi,ayrıntılar ardına gizliyorum.
Geçip gidiyorum o durağın önünden.Durak beni bilmiyor.Anılar beni hatırlamıyor.Muhtemelen ardımdan otobüs geliyor,binip gidiyor.
Hiç aynı otobüse binmemişiz gibi.
Son paramızı otobüse vermemişiz gibi.
Aynı koltuğu paylaşmamışız gibi.
Cama yapışıp el sallamamış,hemen telefona sarılmamışız gibi.
Herşey ilk haline nasıl da dönebiliyor?
İnsan ne kadar da çabuk yabancılaşabiliyor?
Vefa sadece İstanbul'da bir semt adı mı ?
Bu kadar çabuk mu eskiyor duygular?
Ya boşluklar?
Otobüs koltuğu mu bu?Boşlukları doldurun dendiğinde hemen doldurulan?
Bir koltuktan değil bir insandan bahsediyorum.
Yaratılmışların en güzeli.

Herşeyin yaşandığı,her şeyin yazıldığı,hasretten ölündüğü,rüyaların birbirine anlatıldığı ve birinin vazgeçtiği durağı bırakıyorum orda.

İnsan pekala da yalnız yürüyebilir bir yolda.
Otobüse tek binebilir.
İnsan,bir diğerini unutabilir.
Çok sevdiği bahar da üşüyebilir
Göz görmeyebilir bir zamanlar gözünden ayırmadığını.

Ve tek başına da efkarlanabilir eski bir şarkı ile.

#ahmetkaya

Nerden Bileceksiniz

17 Nisan

Yağmur yağmıştı gece.

Sabah uykumu alamadan açmıştım gözlerimi.Alarmın çalmasına 1 dakika vardı.Önceden olsa hayıflanırdım o bir dakikayı neden uyuyarak geçiremediğime ama şimdi böyle bir pişmanlık yoktu.Aslında bu rahatlık bir gün öncesinden geliyordu.
Ofis de masada çalışırken birden dosyaları kapatıp çantamı aldığım gibi dışarı fırlamıştım.
Düzenin bizi beton binalara tutsak ettiğini,bilgisayarların robot haline getirdiğini,çalan her telefonda aynı şeyleri tekrar ettiğimin farkına varmam saniyeleri buldu.
Hemen eve gelip küçük bir çanta hazırlayıp ertesi gün için bilet alıp kendime bir yol haritası çıkardım.Sonra yol haritasını da yırtıp kendimi serbest bıraktım.
Mecbur bırakmadım kendimi o yol haritasına.
Ne olursa olsun du rüzgar nereye eserse essindi.
Bir kere de benim için esseydi.

Yataktan kalkıp hemen hazırlanmalıydım.2 saat sonra otobüs kalkacaktı.Gideceğim yere uçak ile gitme şansım yoktu,bu defa karayolunu tercih etmiştim.Hazırlanıp evden çıktım.Küçük çantamı bagaja teslim edip koltuğa oturunca bir an kendimi özgür hissettim.Omuzlarımdaki sorumlulukları ceket çıkarır gibi çıkarıp ofisteki koltuğun arkasına asmıştım.O an itibariyle ismimin sonundaki hanım takısı yok olmuştu.Artık sadece ben vardım.Özgürlüğün verdiği o mayışma ile uyumuş olmalıyım.Gözümü açtığımda otobüsün terminale girdiğini ve 8 saat boyunca aralıksız uyuduğumun farkına vardım ki otobüs yolculuklarında kesinlikle gözüne uyku girmeyen biri olarak büyük bir başarı olduğunu düşündüm.Çantamı bagajdan alıp kalacağım yeri ayarlamak için daha önceden not aldığım birkaç yeri aradım ve içlerinde en son birine karar verip oraya doğru yola çıktım.Terminale yarım saat uzaklıkta küçük bir pansiyondu.Giriş işlemlerimi yaptıktan sonra odama girdim.Bir yatak bir masa küçük bir buzdolabı ve televizyon son olarak bir elbise dolabından ibaretti.Valizimi dolaba yerleştirdikten sonra pansiyonun etrafını gezmek için gezintiye çıktım.Arka tarafında bulunan koru küçük bir nehire açılıyordu.Akşam olduğu için renklerin güzelliğini göremesem de gündüz gözüyle harika bir yer olduğunu düşündüm.Koruyu geçtikten sonra nehire giden yolda müzik seslerini duydum.Zaten pansiyondan çıkmadan,pansiyon sahipleri nehir etrafında küçük bir kafe olduğunu orda yemek yiyebileceğimi söylemişlerdi.Biraz daha ilerledikten sonra küçük lambalarla ışıklandırılmış kırmızı masa örtüleri serilmiş kendine has bir güzelliği olan kafeyi gördüm.Kapalı alanı muhtemelen mutfak olarak kullanılıyordu.Gidip bir masaya oturdum,benim haricimde sadece iki masa ileride oturan bir bayan ve erkek vardı.Önlerinde bilgisayar açıktı ve müziği onlar çalıyordu.Kendimi aç hissetmiyordum bir türk kahvesi sipariş ettikten sonra masanın üzerinde yer alan dergiyi karıştırırken iki masa ileride oturan bayan bana seslendi;

-Merhaba!
Sanırım yalnızsınız,isterseniz size eşlik edebiliriz yada siz buyrun.
Tabi ben yalnız kalmak istiyorum derseniz de sorun değil.

Gece gibi siyah saçlı güler yüzlü bu bayanı reddedemezdim,
hem yeni insanları tanımayı her zaman çok sevmişimdir.

+Neden olmasın.Ben tek kişiyim sizin masaya gelmem daha kolay olur,dedim ve masaya geçtim.
Onlarda kahve içiyorlardı benim de kahvem gelince,kahvenin vermiş olduğu o ayrı güzel hava masaya tamamen hakim olmuştu.

-Hoşgeldiniz!
Kafede kimse olmayınca bizde  şarkıları arka arkaya açıp dinliyorduk.Müzik ruhun gıdası diyorlar ya bu doğa ile birleşince tadından yenmiyor.Bu geceyi Ahmet Kaya gecesi yapmaya karar verdik.Varsa sevdiğiniz bir parça onu açalım.

+Hoşbulduk.
Desenize en güzel geceye denk gelmişim.Ahmet Kayayı tabi ki çok seviyorum.Aslında şarkıları arasında ayırt edebileceğim bir şarkı yok,genel anlamda hepsi benimdir diyebilirim.

O dakikaya kadar sessiz kalan masanın diğer üyesi olan beyefendi birden o soruyu yöneltti;

-Bir Ahmet Kaya şarkısı olsaydın bu hangisi olurdu?

Buraya gelmeden önce ceket çıkarır gibi çıkarıp astığım sorumluluklarım birden omuzlarıma çöktü.Sanki o an birileri ceketi getirip omuzlarıma atıp kaçtı.Kaçtığım geride bıraktığımı düşündüğüm herşey masaya gelip kuruldu.
Derin bir nefes alıp başımı arkaya yasladım.
2 yıl öncesi bir sonbahar akşamı işlerden bunalıp deliye bağladım anlardan biriydi.
Ofiste kimse kalmamıştı ve benim bir sürü yapacak işim vardı.
Hepsini bir kenara itip internette geziniyorken bir test karşıma çıkmıştı.

Bir Ahmet Kaya şarkısı olsan bu hangisi olurdu ?

Testi çözüp şarkımı dinlemeye başladığımda gözlerimden her nota dökülmeye başlamıştı.Daha önce şarkıyı defalarca dinlememe rağmen,o testi çözdükten sonra sanki şarkı bana yazılmışçasına sahiplenmiştim.
Hep güçlü en güçlü olmaya çalışıp  kimseye muhtaç olmadan,kimseye kendini ezdirmeden,kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin şarkısıydı.Kocaman gülümseyip gözleri her daim parlayan,hep özleyen en çok seven,kimseye belli etmeden sessiz sedasız yaşayanların şarkısıydı.Kimsenin kimseyi anlamadığı,anlamaya çalışmadığı,dinlemeye zahmet etmediği,iki cümleyi çok gördüğü insanların oluşturduğu düzene mahkum olanların şarkısıydı.
Kimsenin ne yaşadığını bilmediği,kitaplara şarkılara bel bağlayanların şarkısıydı.
Herkesin bir omuza yaslanıp ağlamak istediği bir Ahmet kaya şarkısı olmuştum ben.
O an’a kadar yeryüzünde nokta kadar yerim olduğunu bile düşünmezken.

+Nerden Bileceksiniz.

Sadece bunu söylemiştim.
Tuşa basıp şarkıyı başlatmıştı.
Nerelerden geldiğimi anlatacak halim yoktu veya neden şu an burda olduğumu.
Halime en iyi beyan bu şarkı değil miydi?

Tüm koru dolmuştu bu şarkı ile,kahveler yenilenmiş,gece yeni başlamıştı.

#boscerceve

O pencere O bakkal O ağaç

12 Nisan

Yıllardır aynı güzergah üzerinden işyerine gidip geldiğimi o sabah durakta minibüs beklerken bir kez daha düşündüm ve birazdan yine binlerce kez yaptığım gibi minibüse binecektim.
Aşina olduğum bir çok şeyin yanı sıra biri vardı,bir pencere.
Geçtiğim yolların üzerinde bulunan bir apartmanın birinci katındaki pencere önünde oturan o yaşlı amca.
Bembeyaz sakalları, başındaki beyaz takkesi ve yeşil 99 luk tesbihiyle her sabah o pencerenin önündeydi.
Çerçeveyi dolduran,elinde tuttuğu tesbih ile aslında her gün benim sabrımı yenileyen,benim için bir umut olan,çok güzel bir resim karesiydi.
Tam tamına 9 yıl boyunca o amcayı o pencere de gördüm.
Her sabah o pencereye yaklaşırken minibüs,elim kalbimde bakardım.
Ya orda değilse?
İnsan felaketini kendi hazırlar,
sonları kendi kafasında bin kere yaşarken bir gün tak diye gerçeği görür.
O sabah minibüs den nasıl indiğimi hatırlamıyorum.
Pencereler gazete ile kaplıydı,ucundan beyaz olduğu görünen çiçekli perde yoktu.Başımı cama dayadım,elimi kalbime koydum.
Apartman tamamen boşalmıştı.
Kapıya dayandım,merdivenlerden iki bayan iniyordu.
Sordum;elim kalbimdeydi.
Apartman eski olduğundan dolayı kentsel dönüşüme girmişti ve bu yüzden ev sahiplerinin hepsi başka yerlere gitmişti,
bir sene sonra tekrar geri döneceklerdi.
Sırtımı duvara yasladım.Bir süre sonra yıkılacak binaya.
Öyle kocaman bir bina,çıkış yolunu bulamayacam,
sanki az önce girdiğim kapı yok.
Herşey duvar,kelimeler geçmiyor.İçimdekileri yuttum ve dışarı çıktım.
Tavşan dağa küsmemişti,tavşan dağı özlemişti,tavşan her sabah inancını yenileyen resmi kaybetmişti,peki o dağ şu an şimdi hangi pencereyi süslüyordu?

Aşinalık dedim ya işyerime yakın mesafe de olan yeşil kapılı o mahalle bakkalı.
Dev marketlerin gölgesinde kalmasına rağmen kırmızı tentesi ile güneşe meydan okuyan Coşkun Bakkal.
3 kişinin zor sığdığı,kapının arkasında bile malzeme olan,her sabah İbrahim Tatlıses şarkılarıyla mahalleyi ayağa kaldıran o küçük dükkan da kepenkleri indirdi.
Caddenin yapısını bozuyordu dediler.
Kentsel dönüşüme girecek canım buralar,yıkılsın hepsi,
herkes ileri giderken biz olduğumuz yer de sayalım mı ?
Yapılsın şöyle güzel kocaman bir market,ferah ferah.
Öyle dediler coşkun abinin arkasından.
Oysa bilmiyorlardı eski zamanlardan gelen bir mahalledeki inceliği.
Yerine yapılacak binaların,hiç bir insan için umut aşılamayacağını.
Hiç kimse ama hiç kimse coşkun abi gibi eşlik etmeyecekti bana uçuk hayaller kurarken.
Bundan 2 yıl önce bir gazete çekiliş yapıyor,
gazete deki kuponu kazıyıp bir numaraya gönderiyorsun,çekilişe katılıyorsun eğer kazanırsan İtalya'ya gönderiyor.
Ne kadar çok gazete alırsan şansın o kadar çok oluyor;diyor coşkun abi.
Başlıyoruz gazete alıp çekilişe katılmaya.
Her sabah ofise gitmeden,coşkun abiye uğruyorum,gazeteleri kazıyıp gönderiyoruz numaraya.
2 hafta sonra çekiliş bitiyor,tabi ben kazanamıyorum ama coşkun abi beni öyle bir teselli ediyor ki sanırsınız İtalya kaybetmiş beni.
Ağzından çıkan her kelimeye katıla katıla gülüyorum,sonra aynı şekilde ağlayacağımı bile bile.
Coşkun abi gidiyor,coşkun bakkal gidiyor,
yerine yapılacak binaların temeline biraz ah'ımı koyuyorum,biraz gözyaşımı,biraz tükenmişliğimi.

Aşinalığımın en büyük simgesi olan yıllardır minibüs beklediğim durağın yanında kocaman bir ağaç vardı,
şimdi ağacın cinsini sorsanız bilmem ama benim hayatımın sembollerinden biriydi.
Hatırası çok,yeşili bol gövdesi kalındı.
Sıcak günlerde altında beklediğim,sonbaharda dökülen yapraklarını teselli ettiğim,baharda açan çiçeklerini sevdiğim,kışın buzullarını sirkelediğim o ağaç.
Yıllar önce "o ağacın altı"adlı şarkıyı ona ithaf ettiğim,hatta söylediğim o güzelim ağaç,caddenin görünümünü bozduğu için kesildi.

O şarkıyı ona ithaf ettiğim bir günün öncesi.

Şehir dışına çıkmıştı işleri için,telefonuna ulaşamıyordum.
Gece döneceğini söylemişti ama ben ulaşamadığım için merak içersindeydim.
Elim telefonda 5.ci kez aradıktan sonra uykuya dalmışım.
Sabah uyandığımda mesajını gördüm.
-uyuduğunu bildiğim için arayıp rahatsız etmek istemedim,
beni çok merak ettiğini biliyorum ama telefonumun şarjı bitti ve sarj edecek yer bulamadım hem bir yerde durmak da istemedim,biliyordum beni merak ettiğini bir an önce sana gelmek istedim,
belki uykunda hissetmişsindir?
Duraktaki ağacın dibinde seni bekleyen birşey var,sabah göreceksin.
Sana gelmeden eve gidermiyim hiç?
Evden kaçar gibi çıkıp ağaca gitmiştim.
Elimle dibini biraz eşeledikten sonra büyük bir sakız kutusu buldum.
-Geldim güzelce.
Sen uyuyordun bak bu ağaç bile şahit.
Seni seviyorum.
Not:kağıdım yoktu buna yazdım,sakın kızma.
hem sen bu sakızı çok seversin.

Bu şehri neden sevmiyorsun diyorlar?
Çıktığım yere düşman olmakla suçluyorlar beni.
Oysa bir sabah uyandığımda yok etmişlerdi bütün sevdiklerimi,
sırf bu şehri güzelleştirmek adına.
Yıkımın olduğu yerde güzelliğin olduğunu kim söyledi bunlara?
Ben bunları yazan kitabı bile okumam.
Hem hangi yazar böyle bir kitaptan para kazanmak ister ki?
Haram olmaz mı boğazına dikilen lokmalar?
Dönüşüm diyorlar;varlığın yokluğa dönüştüğü bir yerde,işin hangi ucundan verim almayı düşünüyorlar?
Ne ile dolduracaklar kalan boş çerçeveyi?
Hangi market çalacak ibonun şarkılarını?
Kim gazete kuponlarından hayal kurdurtacak bize?
Hangi ağaç bir sevgilinin sakız kağıdına yazılmış o güzelim
cümleleri saklayacak ?

Sadece bir gece uyudum.Sadece bir.
Uyandım dünya değişmiş.
Elimi kalbime koyamıyorum artık,çünkü yerini kestiremiyorum.
Minibüs geliyor biniyorum.

Ve Zarifoğlu'nu anıyorum;
'bitti,bitti o şiir başka mısra gerekmez.'

#munirnurettinselcuk

Perihan Hocam

09 Nisan

Uzun süren yolun sonunda tarif edilen eve kavuşmuştum.Hava o kadar sıcaktı ki sırtım su içinde kalmıştı fakat istediğim yere gelmenin heyecanı  tüm vücudumu sarmıştı.Evin merdivenlerini çıkabilecek gücü bulabilecekmiydim bilmiyorum.Elimi kapının tokmağının üstüne koymakla kapı ardı sıra açıldı.Önümde uzanan  ahşap merdivenleri görünce aklıma köy evindeki tahta merdivenler geldi.Öyle hızlı üçer beşer çıkardım ki merdivenleri rahmetli babaannem ardımsıra bağırırdı hep;

-Yavrum yavaş çık şu merdivenleri,bir gün düşüp kıracaksın bir yerini sonra gel uğraş seninle bu yerde.

Ah babaannem.Benim canım babaannem.
Derin bir hasretle andıktan sonra merdivenleri çıkmaya başladım.Bu defa yavaş ve temkinliydim çünkü merdivenler o kadar güzeldi ki o an'ın tadını çıkarmak istiyordum.Ben ayak bastıkça öyle güzel gıcırdıyordu ki eski zamanlar arasında gidip geliyordum.Sonunda yukarı çıkmış ve İstanbul'un o enfes boğaz manzarası ile heyecandan titreyen vücudum tamamen takatsiz kalmıştı.Usul usul denizde salınan o gemileri görünce tamamen büyülenmiştim.Dünyanın en güzel şehri olabilirmiydi ?Bence olmalıydı,tüm medeniyetlere sahiplik etmiş,binbir rengi taşımış ve hala da taşımaya devam eden rüya şehir İstanbul.Odayı boydan boya kaplayan cam'a biraz daha yaklaşıp manzaranın tadını çıkarmak istiyordum ki,ufak tınılarla ses yükselmeye başladı.

İşte o muazzam eser,bu kadar yakışırdı bu an'a.

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın.

Münir Nurettin Selçuk..

Gözlerimi kapayıp o sesi içime çekmek istedim.Sanki o an dünyanın en güzel kahvesini içiyormuş gibi hissediyordum.Öyle açtım ki ruhumu doyurmaya çalışıyordum.Bir elimi cam'a dayayıp denize teslim etmiştim kendimi.Şarkının her notası kalbime nokta atışı yaparak beni tamamen ele geçirmişti.Geçmişle gelecek arasında ki o ince çizgide duruyordum.Şarkı bittiğinde gözlerimi açmak istemiyordum,açılınca o büyüyü bozacakmış gibi hissediyordum ama buraya geliş amacım o'nu ziyaret etmekti ve hala görünmemişti.Gözlerimi açmamla onu karşımda görmem bir oldu.

-Doyurdunmu bakalım ruhunu?
Başınla şarkıya öyle eşlik ediyordun ki sanki bir orkestrayı yönetiyormuşsun gibi görünüyordun,o ahengi bozmak istemedim.
Hoşgeldin Güzelce.

Yılların geçip gittiği,geçip giderken de bu kadına insaflı davrandığını düşünüyordum.
71 yaşında olmasına rağmen o zümrüt yeşili gözlerinin hala onu ilk tanıdığım zamanlar ki gibi parlamasının başka açıklaması olamazdı.
O güzel saçlarını tepesinde toplamış,ona 69.cu yaşgününde hediye ettiğim gözlerinin renginden olan zümrüt yeşili tokayı takmıştı.
Nasıl güzeldi.Nasıl zarifti.
İstanbulla bu konuda başa baş yarışırdı.

+Perihan Hocam kusura bakmayın,evinizin manzarası karşısında kendimi kaybetmişim.Tabi Münir Nurettin Selçuğun etkisi hafife alınamaz.Yine nokta atışı yaptınız.Evler sahiplerinin ruhunu yansıtır derler ya,işte bu ev o tanımın tam karşılığı.Hayırlı olsun hocam.

-Teşekkür ederim.
Kalan zamanımı böyle bir yerde değerlendirme şansını bulduğum işin şükrediyorum bende.Zira yıllar geçip giderken,koşuşturmalarla kıymetini bilmediğimiz bu İstanbul'un şimdilerde tadını çıkarmaya çalışıyoruz.
Hakkını veriyormuyuz orası biraz şüpheli çünkü beni bırakmıyorlar,bak bu yaş'a geldim hala şehir şehir geziyorum,gerçi bundan şikayetçimisiniz diye sorsan,asla derim.
Senin gibi gözleri parlayan öğrencileri görünce benimde kanım kaynıyor ve son nefesime kadar devam etmek istiyorum.

+Hocam öyle demeyin,
Rabbim uzun ömürler versin size.
Emeğiniz öyle büyük ki üzerimizde size layık olabilmek için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.
Varlığınız bizim için çok değerli.
Bu yoğunluk içerisinde bana da vakit ayırdığınız için ayrıca teşekkür ederim.

-Tabiki ayıracağım.
Sizlerle hasbihal etmek beni de dinç tutuyor,gençlik zamanlarıma göz kırpıyorum.
Şimdi söyle bakalım nedir senin o güzel gözlerini buğulandıran.
Anlamadım sanma,kim dümenini ters sulara  çevirmene sebep oldu ?

Ahh bu kadının tasvirleri.
Nelere şahitlik etmişti?
Hangi yollardan geçmişti?
Yüzündeki o derin çizgiler  herşeyi açıklamazmıydı ?

-Rahat ol,ben senin burda hocan değilim,

burası benim evim ve sen benim misafirimsin.

Arkamı dönüp denize bakarak cesaretimi toplamaya çalıştım.
Öyle güzeldi ki çarşaf gibi serilen mavi.
Eğer güzellik kelimesinin bir rengi olacaksa bu kesinlikle mavi olmalıydı.

+Gitti hocam.Tek kelime söyleme ihtiyacı duymadan gitti.
Bu kadar geçen zamana bakarak soruyorum size;bir vedayı haketmemişmiydim?Gidişini haklı çıkaracak nedenleri vardır şimdi ona sorsak.
Hangi gidiş haklı olabilir ki?
Eğer geride biri kalıyorsa hangi gidiş adaletli olabilir?
Kendi bildim bileli hep kalan oldum hocam.
Herkes gitti ve herkesin bir nedeni vardı.İnsanları kalmaya mecbur eden nedenlerden neden kimse bahsetmiyor hocam?,
Zorunda kalmanın,kalarak yaşamanın acısından neden kimse bahsetmiyor ?Bugüne kadar okuduğumuz kitaplarda neden gidenler hep başrolde ve tasviri en çok yapılan kahramanlar?
Kalanın hakettiği sadece gidenin yokluğumu olacak ?

İşte bir çırpıda söyleyivermiştim.Yol boyunca nasıl konuşacağımı düşünürken karar verememiş,ortamın durumuna göre konuşmaya karar vermiştim hakkını arayan biri olarak.

+Güzelce sen kadere inanan birisin.
Herşeyin bir sebebi olduğunu bu özel durumları bırak derslerde bile savunan insansın.
Allah'ın hikmetinden sual olunmaz ki bunu sen çok iyi bilirsin.
Hayat bu,hep yol hali.Elbet o yollardan birileri gelecek,birileri gidecek.
Dünya dönecek.Hep aynı yerde durduğu görüldü mü ?
Kainatın kuralı bu.
Gidenin haklı,kalanın haksız olduğunu nerden çıkardın?ya da tam tersi ?Terazi insanlara göre değil,Allah'ın nasip ettiğine göre inip kalkar.
Sen sana nasip olana bakıp,ondaki niyete bakacaksın,hakikati arayacaksın.
İçindeki durumun sana ne anlattığına bakacaksın ve seni nasıl yönlendirdiğine.
Buranın gerçek bir sınav yeri olduğunu bilmen ve kesinlikle kabul etmen gerekiyor.
Herkes farklı sınavlardan tabii tutulur,senin sınavında bu.
Bu hayatta ki rolün bu.
Bunu benimsedikten sonra bununla yetineceksin ve eğer bir hak arıyorsan onun burda değil ebedi hayatta olduğunu öğreneceksin.
Zira o gün geldiğinde eğer hak ettiğin bir şey varsa onu zaten ebedi ve tek gerçek olan sana  verecektir.

Sende bir gün gideceksin,hemde arkanda hiç kimse bırakmayarak.
Hani o giden herkesler var ya orda göreceksin işte.
Bugüne kadar gidenlerin aslında hiç gidemediğini,orda gördüğünde anlayacaksın.
Çünkü bu dünya da her gidiş boşa,hakikate varamadıktan sonra.

Yine kitabın ortasından konuşmuştu hocam.Dönüp gözlerine bakma cesaretini bulamadım kendimde.Daha çok sokuldum cama.İçimin yangınını söndürmek için medet umuyordum gözlerimden geçen denizden.Plağın o cızırdayan sesini duydum ve uzaklaşan ayak seslerini.

Ahh.
öylesine yıktın ki bütün inançlarımı.
Beni sensiz bıraktın.
Beni bensiz bıraktın.

#camacizilenkalp

Deterjan

05 Nisan

Hiç bitmeyecekmiş gibi duran günün sonunda başımı minibüsün camına yaslamıştım.Minibüs ağzına kadar doluydu yine.Şoförün umrunda değildi insanların üst üste olması,ölümüne dolduruyordu.
Dönüp insanların yüzüne baktım,herkesin yüzünde aynı ifade.Eve bir an önce gidip hayatın pisliğini yorgunluğunu kalabalığını dışarıda bırakmak.
Tekrar cama dönmüştüm.Hava tam istediğim gibi,yağmur damlaları dans ediyordu cam üzerinde.
Her zaman ki gibi bir kalp çiziverdim,ortasından ok'u uzatarak.
. .
10 yada 11 yaşlarındayım.Annem ve Babam evde yok,köyde kalıyorlar.
Evde abimle birlikte yalnızız,ablam o zamanlar evimize çok yakın bir yerde büyük markette çalışıyor.Abimle birlikte ablamın yanına gidiyoruz.Büyük markete girince gözlerim kocaman açılıyor.Bizim oralarda ilk sayılacak büyük bir market.O zamana kadar mahalle bakkallarından alışveriş yapıldığı için pek aşina değiliz.Aileleri görüyorum ;anneleri babaları çocukları.Market sepetlerine bindirilen,ellerinden tutulan çocukları,her istediği alınan gülümseyen mutlu çocukları.Abimle ablamın yanına uğrayıp çıkıyoruz.Eve geldiğimizde yağmurun dans ettiği cam'a yaklaşıyorum,abim tv yi açıp maç izlemeye başlıyor.Cam'a bir kalp çiziyorum olmuyor,akıp gidiyor.Tekrar tekrar deniyorum ama yapamıyorum.Sonra ağlıyorum;neden hiç annemle babamla markete gidip alışveriş yapmadığımıza.
Başımı yaslıyorum cama.gözyaşlarım karışıyor yağmura,kalp olmuyor,olmayınca olmuyor.

Sonra bir gün babamla annem köyden dönüyor,babam ablamın yanına markete gitmek isteyince bende peşine takılıyorum.
Annem birşeyler istiyor babamdan.
O zamanlar bizim evde kimse markete gitmiyor,eve bir şey lazım oluyorsa babam alıyor yada para bırakıyor abim yada ablam alıyor,biz hiç beraber gidip alışveriş yapmıyoruz.Kıyafet mi lazım oluyor,babam gidip mağazadan bir kaç parça getiriyor;beğenip beğenmemek mesele bile değil biz onları kabul ediyoruz.
Markete ilk girdiğimizde hemen sepete koşuyorum,babam fazla bir şey almayacağımızı,sepete ihtiyacımızın olmadığını söylüyor ama ben bir cesaret sepeti alıp babamın peşine takılıyorum.
Aynen dediği gibi oluyor pek bir şey almıyoruz ama o gün ilk kez evimize çamaşır yıkanırken kullanılan yumuşatıcı denilen deterjanı alıp eve dönüyoruz.
Eve dönünce o deterjanı alıp anneme gösteriyorum,anneme anlatıyorum nasıl kullanılacağını büyük bir hevesle.Annem pek anlamasa da ben öyle ballandıra ballandıra anlatıyorum ki o da güzel bir şey olduğuna inanıyor.
Sonra o deterjanı götürüp çamaşır makinesinin üzerine koyuyorum.Gidip gelip bakıyorum,baktıkça o gece marketteki mutlu çocuklar aklıma geliyor,mutlu oluyorum.
Ertesi gün okula gidip arkadaşlarıma anlatıyorum deterjanı,onlar da annemle aynı tepkiyi veriyor ama olsun,ben biliyorum onun ne işe yaradığını.
O deterjan benim babamla büyük markete gidip evimize aldığımız kimsenin ne işe yaradığını bilmediği ilk büyük şey.
. .
Yıllar geçti hala hatırlıyorum o deterjanın kutusunu rengini kokusunu.
O koku benim için o yağmurlu geceyi,marketteki mutlu çocukları,kalp çizdiğim o camı hatırlatıyor.Hala marketlere girdiğimde ailelere takılıyor gözüm,
bir çocuk babasının ya da annesinin elinden tutmuşsa gidip o kokuyu bulup alıyorum.Getirip koyuyorum çamaşır makinesinin üstüne.Şimdi hiç bir şey ile mutlu olmayan,olamayan çocuklar aklıma geliyor,hoyratca harcanan paralara rağmen.
Oysa yetiyor bir kutu deterjan,mutlu olmak için.
Her yağmur yağdığında cama kalp çizenlere,
Yokluğu yaşayıp,varken kıymet bilenlere.
Dilinden şükürü eksik etmeyenlere.


Popüler Yayınlarım