Yeryüzünde senin 'isminle' başlayacak yazılar,şiirler,kitaplar filmler bulabilirim ve bunları hep başkası yazıyor olabilir sevgilim.Ben bunların her birini kalkıp aramızdaki muhabbete dahil edebilirim ama meselemiz bu değil.
Ben senden sonra kısmı ile ilgileniyorum.
Ve aslında herşeyin senden sonra başladığının farkına varıyorum,zira herşey senden ibaret değil(miş)sevgilim.
Senden sonra;daha önce bu şehrin sokaklarında hiç gezmemişim gibi kaldırımları arşınladım.Her gittiğim mekanın kahvesinin tadına baktım.Hani sen zararlı ne var ise tüketmeye bayılıyorsun diyordun ya kendime kahve ile daha fazla zarar vermeye başladım.Zira en büyük zararı sen vermiş iken,dünyanın en güzel içeceğine nasıl da çamur attın?
Senden sonra;kitaplığıma her hafta 1 kitap eklendi,her ay 4 ya da 5 kitap bitirmeye başladım.Daha önce ilgi bile duymadığım yada duymaya vakit bulamadığım yabancı dizi furyasına bende katıldım.Bir bilsen neler neler izledim de ya da boşver bilme sen.
Senden sonra;elbet herşey güllük gülistanlık değildi,acı da çektim sevgilim.
O kitapları ve filmleri izlerken bağıra bağıra ağladım ama annem ve babam evde yokken.Aç ve uykusuz geçirdiğim günlerime bu odanın duvarları şahit oldu.En çok geceleri anlattım.Gündüzleri acı çekmeye vakit bulamıyordum,zira çalışmak gerekiyordu aşk ile karın doymadığı gibi aşkın acısı ile haram zıkkım oluyordu.
Senden sonra;Dünya aynı mı kaldı sanıyorsun?
Dört bir yandan sözde komşularımız ile çatışır iken kendi içimizdekileri unuttuk.Haziran seçimlerinde,hedefe ulaşamadık derken koalisyon kuracak hükümet bile bulamadık.Sabahlara kadar tv lerde süren açık oturumları babam ile izlerken Kasımdan ümitliydik.
Zira Kasımda büyük bir zafer ile istediğimizi aldık hatta yetmedi meydanlara gidip bayrak salladık.Tam herşey oldu düzene bindi hadi inşaallah derken 15 Temmuz gecesi ile derinden sarsıldık.
Sevgilim;
Seninle birlikte iken dünya üzerinde bir sürü insafsızlığa,merhametsizliğe,düşmanlığa,gözyaşına şahit olduk.Senden sonra da devam etti tabi.Sen sanıyormusun ki Esad küçük çocukları öldürmekten,İsrail Filistin'i bombalamaktan,ABD Irak işgalinden vazgeçti ?
Ama böylesini hiç görmedik sevgilim.
15 temmuz gecesini önce bir film izler gibi an be an televizyondan izledik.Babamın kalp hastalığı yoktu ama o gece hep kalbini tuttu.Ben hem televizyona hem telefona en çok da babama baktım.Babam Menderes'in asılmasına bir şey yapamadık,engel olamadık diye yıllar yılı konuşurken ve onun acısını,rahmetlinin her adı geçtiğinde gözleri dolu dolu elleri ve dudakları titreyerek anlatırdı.
Zira tecrübeler her zaman acı verir.
Babamın geçmişi acı tecrübe ile dolu sevgilim.
Filmler de izlesek etkisini bir hafta atlamayacağımız şeyleri bir gece de yaşadık ve tüm ömrümüze tesir etti.Bugüne kadar kitaplarda okuduğumuz,okurken acı çektiğimiz her şeyi bir gece de yaşadık ki devamı da geldi elbet.Okunan selaların,belediyelerin yaptığı anonsların,mahalleye doluşan taksilerin,çekilen tesbihlerin,içilen sigaraların,bir baştan diğer başa atılan voltaların haddi hesabı yoktu.O kara gece yerini sabaha bırakırken televizyonda habire bişeyler değişirken,bir sahne gördüm,yemin ederim bileğimi kessen kan akmazdı o dakika.Köprüyü kapatan askerler daha fazla direnmekten vazgeçip elleri başlarında teslim oluyorlardı.Babam dedi ki;bak bu elleri başlarında olan bizim askerlerimiz,onlara doğru giden de bizim askerimiz.
Bizi bize düşürdüler sevgilim.Seni beni değil!
Şimdi gavur kime denir,niye söylenir?Merhametsiz olana,Allah korkusu olmayana.Bunlar gavurdan beter çıktı.Yeryüzündeki tüm kötülükleri üniforma adı altında üzerlerine giymişler,o bayrağımıza da leke sürmüşler.
Ya geriye kalan bizler?Aslında az olan bizmişiz çokmuş onlar.
Her yere sinmişler,her yeri sahiplenmişler.Birbirimizin arasına nifak tohumu ekmişler.Bir ömre yayılacak kadar nefret biriktirmişler.
Onların nefreti pisliği merhametsizliği bir yana olsun da bizim milletimizin o kutlu direnişi daha çok konuşulmaya yazılmaya anlatılmaya değmez mi?
Çok şey yazılır elbet,bu işin ehli olan her kişi anlatacaktır o geceyi,o geceyi kutlu yapan o güzel mümin kardeşleri.
Benim söylediklerim bir kaç kelimeden öteye gitmez,zira ben şair yada yazar değilim sevgilim,ben bir sigarayı söndürmeden diğerini yakan biriyim.
Senden sonra;çektiğim acı ile bir daha iflah olmam demiştim.Yani nefes alıyorduk her sabah kalkıp işe gidiyorduk bir parça da gülüyorduk ama yaşamıyordum.
Yaşam denince akla gelen her aktivite vardı ama;
eğer bir cümle de 'ama'var ise önceki yargının hükmü yoktur diyen sendin sevgilim.Her akşam annem ve babam ile aynı sofraya oturup gözlüklerin altından gözyaşlarımı masaya damlatırken,annem ve babamın da gözlerinin çok iyi görmediğine güvenip akıtıyordum.
Biliyorum görseler üzüleceklerdi derken;15 temmuz gecesi birbirimize bakıp bakıp ağladık.Hele ki ben;
onları üzmemek için kendimi ordan oraya saklarken tüm milletin aynı anda acı çekmesine,acı çekerken birlik beraberlik içinde oluşuna,o tankların dibine yatanlara,çatılara çıkıp F-16 ları yakalamaya çalışanlara,tarlasını ekinini emeğini,düşmanların görüşünü bozmak için yakan o amcaya,evinden bir daha dönmemek için çıkanlara,pişman olup kendini öldürenlere,arabası traktörü motoru iş makinası bisikleti o su bu su ile heryeri kapatanlara,düşeni kaldıranlara,evladını,anasını babasını kocasını uğurlayanlara,toplu cenaze törenlerine,Reis'in en yakın arkadaşının ve oğlunun tabutlarının başında konuşmaya çalışırken o boğazına takılan kelimelerin her birine ve daha binlercesine içimiz çıkana kadar ağladık.Saklana saklana değil sarıla sarıla.Acı çekerken özgürdük sevgilim.
Senden sonra;gecem gündüze gündüzüm geceye karışır demiştim,
ALLAH var ki gece gündüze gündüz geceye karıştı.Binlerce insan gece gündüz demeden,memleket nöbeti tuttu.Yani demem o ki laf geldi yerini buldu.
Sevgilim;
Annenin kaderi kızına derler ya;bizim kaderimiz de coğrafyamızdan geliyor.Coğrafya kaderdir demiş İbn Haldun.Yıllar yılı bu topraklara ekilen nifak tohumlarını biçerken her tarafı kanla bulandırdılar ama sanma ki başarılı oldular,kanın döküldüğü yerden yeniden doğduk biz.Bin öldüysek bin dirildik.Bu topraklar sadece hain,merhametsiz vicdansız insanlar yetiştirmedi,bu topraklar bu coğrafyanın kaderini güzel işleyecek insanlar da yetiştirdi.Şu an ekip biçtiğimiz gözyaşı acı hasret olsa da elbet güzel günler de gelecektir.Biz her gece uyuduğumuzda,gelecek her sabahın daha iyi olacağına,şerrin getireceği hayıra da inandık.
Sevgilim;
onlar bize vurdu ama biz ölmedik.
Toprak altına koyduklarımız da ölmedi sadece kısa süreliğine ayrı kaldık.Onlar ebedi yere giderken biz fani olan bu yerde onların adını,onların bu vatan için neler yaptığını,yaşatmak için kaldık.
Şehadet şerbetini içme şerefine nail olmuş o kahramanlara borçlandık.
Bende isterdim sevgilim;mutlu olmayı,güzel şeylerden bahsetmeyi,senden sonra.
Ama dedim ya;toprağımızın kaderi bu.Seninle birlikteyken de böyleydi senden sonra da.
Seninle birlikteykende değiştiremediğim zulümler için ağlıyordum büyük acılar çekiyordum,senden sonra da.
Ben birşey yapamadım sevgilim.
Ben şair ya da yazar değilim.
Ben sadece,kadere inanan biriyim.
Sabah evden çıktığımda evin arka bahçesinde bulunan ağaçların budandığını gördüm.Yeryüzü bahara hazırlanıyordu.Başımı gökyüzüne çevirip;siz hazır mısınız diye sordum bulutlara.Zira Mart ayında kış mevsimini fazlasıyla hissettiğimiz için Nisan ayının da öyle geçeceğini düşünüyorduk.
Yanıltmadı da.Günlerdir yağmur yağıyordu.
Sokaklar yine ıslaktı.Boğazım ağrıyordu,burnum tıkalıydı gece boyu uyuyamamıştım.
Grip bu yıl 2.kez bulmuştu beni.Eskiden daha az hasta olurdum diye düşündüm,yaş aldıkça vücut direnci biraz daha düşüyordu anlaşılan.
Ve yine eskiden olsa hasta olduğumda hemen doktora koşardım,bir sürü ilaç alıp hemen iyileşmek isterdim ama artık bazı şeyleri eskisi gibi önemsemediğimi gördüm.Gelen gidiyordu,elbet bu gripte gidecekti.
Hem daha önce de gitmemişmiydi ?
Şimdi ahmet olsa derdi ki;gribi bu kadar dramatikleştirip senaryo yazan senden başka kimse bulunmaz herhalde,nasıl beceriyorsun olayları bu kadar genişletip bir yerlere bağlamayı.
Minibüse biniyorum,yol üzerindeki kaldırım kenarlarına ekilen çiçekleri görüyorum.Rengarenk laleler.Pembe,sarı mor ve kırmızı.Hepsi bir uyum içinde.Baktıkça mutlu olunması gereken kareye bakıp mutlu olamıyorum.Ben bahar insanı değilim ve ardından gelen yaz'ın.Ben lalelerin üzerine yağacak yağmurun derdindeyim.Hava durumuna bakıyorum önümüzdeki bir kaç gün daha yağmurlu,sonraki günler için belirsiz.Sonrasına bakarız diyorum.
O günü bekleyen akşamda bir tanıdığı ziyaret etmek için hastaneye gittim.Hastane çıkışı,yüzü okşayan o tatlı serin havanın tadını çıkarmak için yürümeye başladım.Kulağımda uzun zamandır dinlemeyi ihmal ettiğim bir şarkı vardı.
Şarkı ile birlikte yol akıyordu.Habire başa alıyordum şarkıyı.
Bayağı bir mesafe yürüdükten sonra,kaldırımdan yola indiğimi farkettim.
Ve sonra O'nu.
Duraktaydı.
Üzerindeki montu kulaklarına kadar çekmişti.Elleri cebindeydi ve yerinde bir ileri iki geri gidiyordu.Üşüyordu.
Bu hava onun üşüyeceği hava değildi,hatta bana kızardı böyle tatlı havalarda üşünür mü diye.Hem o bahar'ı ve yaz'ı çok severdi.
Hatta beni de bir yaz akşamı sevmişti.
Ben üşümüyordum.Ben bayağı zamandır üşümüyordum.
Olduğum yerde kaldım,şarkı akmıyordu,yol akmıyordu,arabalar geçmiyordu.
Kaçamıyordum çünkü adımlarım o duraktaki anılarımdan küçüktü.
Yüzüne bakıyorum,o beni görmüyordu ya da görmüyor olabilir miydi?
Ya görmek istemiyorsa?
Ve yine Ahmet olsa derdi ki;
kızım ayrıntılara bu kadar takılma,mahvedeceksin kendini.
Birşey ya vardır ya da yoktur.Ortası olmaz.
Yüzüne bakmakla kalmıyorum,ayrıntıları bu defalık kafamdan siliyorum,ahmet'i dinliyorum ve önünden geçiyorum.Başını benim olmadığım tarafa çeviriyor,acaba beni gördüğün için mi,ya da görüpte görmeye devam etmemek için mi ?
Bilmiyorum.
Ahh Ahmet.Kardeşim.
Bilmiyorsun.
kendimi,ayrıntılar ardına gizliyorum.
Geçip gidiyorum o durağın önünden.Durak beni bilmiyor.Anılar beni hatırlamıyor.Muhtemelen ardımdan otobüs geliyor,binip gidiyor.
Hiç aynı otobüse binmemişiz gibi.
Son paramızı otobüse vermemişiz gibi.
Aynı koltuğu paylaşmamışız gibi.
Cama yapışıp el sallamamış,hemen telefona sarılmamışız gibi.
Herşey ilk haline nasıl da dönebiliyor?
İnsan ne kadar da çabuk yabancılaşabiliyor?
Vefa sadece İstanbul'da bir semt adı mı ?
Bu kadar çabuk mu eskiyor duygular?
Ya boşluklar?
Otobüs koltuğu mu bu?Boşlukları doldurun dendiğinde hemen doldurulan?
Bir koltuktan değil bir insandan bahsediyorum.
Yaratılmışların en güzeli.
Herşeyin yaşandığı,her şeyin yazıldığı,hasretten ölündüğü,rüyaların birbirine anlatıldığı ve birinin vazgeçtiği durağı bırakıyorum orda.
İnsan pekala da yalnız yürüyebilir bir yolda.
Otobüse tek binebilir.
İnsan,bir diğerini unutabilir.
Çok sevdiği bahar da üşüyebilir
Göz görmeyebilir bir zamanlar gözünden ayırmadığını.
Yıllardır aynı güzergah üzerinden işyerine gidip geldiğimi o sabah durakta minibüs beklerken bir kez daha düşündüm ve birazdan yine binlerce kez yaptığım gibi minibüse binecektim.
Aşina olduğum bir çok şeyin yanı sıra biri vardı,bir pencere.
Geçtiğim yolların üzerinde bulunan bir apartmanın birinci katındaki pencere önünde oturan o yaşlı amca.
Bembeyaz sakalları, başındaki beyaz takkesi ve yeşil 99 luk tesbihiyle her sabah o pencerenin önündeydi.
Çerçeveyi dolduran,elinde tuttuğu tesbih ile aslında her gün benim sabrımı yenileyen,benim için bir umut olan,çok güzel bir resim karesiydi.
Tam tamına 9 yıl boyunca o amcayı o pencere de gördüm.
Her sabah o pencereye yaklaşırken minibüs,elim kalbimde bakardım.
Ya orda değilse?
İnsan felaketini kendi hazırlar,
sonları kendi kafasında bin kere yaşarken bir gün tak diye gerçeği görür.
O sabah minibüs den nasıl indiğimi hatırlamıyorum.
Pencereler gazete ile kaplıydı,ucundan beyaz olduğu görünen çiçekli perde yoktu.Başımı cama dayadım,elimi kalbime koydum.
Apartman tamamen boşalmıştı.
Kapıya dayandım,merdivenlerden iki bayan iniyordu.
Sordum;elim kalbimdeydi.
Apartman eski olduğundan dolayı kentsel dönüşüme girmişti ve bu yüzden ev sahiplerinin hepsi başka yerlere gitmişti,
bir sene sonra tekrar geri döneceklerdi.
Sırtımı duvara yasladım.Bir süre sonra yıkılacak binaya.
Öyle kocaman bir bina,çıkış yolunu bulamayacam,
sanki az önce girdiğim kapı yok.
Herşey duvar,kelimeler geçmiyor.İçimdekileri yuttum ve dışarı çıktım.
Tavşan dağa küsmemişti,tavşan dağı özlemişti,tavşan her sabah inancını yenileyen resmi kaybetmişti,peki o dağ şu an şimdi hangi pencereyi süslüyordu?
Aşinalık dedim ya işyerime yakın mesafe de olan yeşil kapılı o mahalle bakkalı.
Dev marketlerin gölgesinde kalmasına rağmen kırmızı tentesi ile güneşe meydan okuyan Coşkun Bakkal.
3 kişinin zor sığdığı,kapının arkasında bile malzeme olan,her sabah İbrahim Tatlıses şarkılarıyla mahalleyi ayağa kaldıran o küçük dükkan da kepenkleri indirdi.
Caddenin yapısını bozuyordu dediler.
Kentsel dönüşüme girecek canım buralar,yıkılsın hepsi,
herkes ileri giderken biz olduğumuz yer de sayalım mı ?
Yapılsın şöyle güzel kocaman bir market,ferah ferah.
Öyle dediler coşkun abinin arkasından.
Oysa bilmiyorlardı eski zamanlardan gelen bir mahalledeki inceliği.
Yerine yapılacak binaların,hiç bir insan için umut aşılamayacağını.
Hiç kimse ama hiç kimse coşkun abi gibi eşlik etmeyecekti bana uçuk hayaller kurarken.
Bundan 2 yıl önce bir gazete çekiliş yapıyor,
gazete deki kuponu kazıyıp bir numaraya gönderiyorsun,çekilişe katılıyorsun eğer kazanırsan İtalya'ya gönderiyor.
Ne kadar çok gazete alırsan şansın o kadar çok oluyor;diyor coşkun abi.
Başlıyoruz gazete alıp çekilişe katılmaya.
Her sabah ofise gitmeden,coşkun abiye uğruyorum,gazeteleri kazıyıp gönderiyoruz numaraya.
2 hafta sonra çekiliş bitiyor,tabi ben kazanamıyorum ama coşkun abi beni öyle bir teselli ediyor ki sanırsınız İtalya kaybetmiş beni.
Ağzından çıkan her kelimeye katıla katıla gülüyorum,sonra aynı şekilde ağlayacağımı bile bile.
Coşkun abi gidiyor,coşkun bakkal gidiyor,
yerine yapılacak binaların temeline biraz ah'ımı koyuyorum,biraz gözyaşımı,biraz tükenmişliğimi.
Aşinalığımın en büyük simgesi olan yıllardır minibüs beklediğim durağın yanında kocaman bir ağaç vardı,
şimdi ağacın cinsini sorsanız bilmem ama benim hayatımın sembollerinden biriydi.
Hatırası çok,yeşili bol gövdesi kalındı.
Sıcak günlerde altında beklediğim,sonbaharda dökülen yapraklarını teselli ettiğim,baharda açan çiçeklerini sevdiğim,kışın buzullarını sirkelediğim o ağaç.
Yıllar önce "o ağacın altı"adlı şarkıyı ona ithaf ettiğim,hatta söylediğim o güzelim ağaç,caddenin görünümünü bozduğu için kesildi.
O şarkıyı ona ithaf ettiğim bir günün öncesi.
Şehir dışına çıkmıştı işleri için,telefonuna ulaşamıyordum.
Gece döneceğini söylemişti ama ben ulaşamadığım için merak içersindeydim.
Elim telefonda 5.ci kez aradıktan sonra uykuya dalmışım.
Sabah uyandığımda mesajını gördüm.
-uyuduğunu bildiğim için arayıp rahatsız etmek istemedim,
beni çok merak ettiğini biliyorum ama telefonumun şarjı bitti ve sarj edecek yer bulamadım hem bir yerde durmak da istemedim,biliyordum beni merak ettiğini bir an önce sana gelmek istedim,
belki uykunda hissetmişsindir?
Duraktaki ağacın dibinde seni bekleyen birşey var,sabah göreceksin.
Sana gelmeden eve gidermiyim hiç?
Evden kaçar gibi çıkıp ağaca gitmiştim.
Elimle dibini biraz eşeledikten sonra büyük bir sakız kutusu buldum.
-Geldim güzelce.
Sen uyuyordun bak bu ağaç bile şahit.
Seni seviyorum.
Not:kağıdım yoktu buna yazdım,sakın kızma.
hem sen bu sakızı çok seversin.
Bu şehri neden sevmiyorsun diyorlar?
Çıktığım yere düşman olmakla suçluyorlar beni.
Oysa bir sabah uyandığımda yok etmişlerdi bütün sevdiklerimi,
sırf bu şehri güzelleştirmek adına.
Yıkımın olduğu yerde güzelliğin olduğunu kim söyledi bunlara?
Ben bunları yazan kitabı bile okumam.
Hem hangi yazar böyle bir kitaptan para kazanmak ister ki?
Haram olmaz mı boğazına dikilen lokmalar?
Dönüşüm diyorlar;varlığın yokluğa dönüştüğü bir yerde,işin hangi ucundan verim almayı düşünüyorlar?
Ne ile dolduracaklar kalan boş çerçeveyi?
Hangi market çalacak ibonun şarkılarını?
Kim gazete kuponlarından hayal kurdurtacak bize?
Hangi ağaç bir sevgilinin sakız kağıdına yazılmış o güzelim
cümleleri saklayacak ?
Sadece bir gece uyudum.Sadece bir.
Uyandım dünya değişmiş.
Elimi kalbime koyamıyorum artık,çünkü yerini kestiremiyorum.
Minibüs geliyor biniyorum.
'bitti,bitti o şiir başka mısra gerekmez.'
Uzun süren yolun sonunda tarif edilen eve kavuşmuştum.Hava o kadar sıcaktı ki sırtım su içinde kalmıştı fakat istediğim yere gelmenin heyecanı tüm vücudumu sarmıştı.Evin merdivenlerini çıkabilecek gücü bulabilecekmiydim bilmiyorum.Elimi kapının tokmağının üstüne koymakla kapı ardı sıra açıldı.Önümde uzanan ahşap merdivenleri görünce aklıma köy evindeki tahta merdivenler geldi.Öyle hızlı üçer beşer çıkardım ki merdivenleri rahmetli babaannem ardımsıra bağırırdı hep;
-Yavrum yavaş çık şu merdivenleri,bir gün düşüp kıracaksın bir yerini sonra gel uğraş seninle bu yerde.
Ah babaannem.Benim canım babaannem.
Derin bir hasretle andıktan sonra merdivenleri çıkmaya başladım.Bu defa yavaş ve temkinliydim çünkü merdivenler o kadar güzeldi ki o an'ın tadını çıkarmak istiyordum.Ben ayak bastıkça öyle güzel gıcırdıyordu ki eski zamanlar arasında gidip geliyordum.Sonunda yukarı çıkmış ve İstanbul'un o enfes boğaz manzarası ile heyecandan titreyen vücudum tamamen takatsiz kalmıştı.Usul usul denizde salınan o gemileri görünce tamamen büyülenmiştim.Dünyanın en güzel şehri olabilirmiydi ?Bence olmalıydı,tüm medeniyetlere sahiplik etmiş,binbir rengi taşımış ve hala da taşımaya devam eden rüya şehir İstanbul.Odayı boydan boya kaplayan cam'a biraz daha yaklaşıp manzaranın tadını çıkarmak istiyordum ki,ufak tınılarla ses yükselmeye başladı.
İşte o muazzam eser,bu kadar yakışırdı bu an'a.
Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın.
Münir Nurettin Selçuk..
Gözlerimi kapayıp o sesi içime çekmek istedim.Sanki o an dünyanın en güzel kahvesini içiyormuş gibi hissediyordum.Öyle açtım ki ruhumu doyurmaya çalışıyordum.Bir elimi cam'a dayayıp denize teslim etmiştim kendimi.Şarkının her notası kalbime nokta atışı yaparak beni tamamen ele geçirmişti.Geçmişle gelecek arasında ki o ince çizgide duruyordum.Şarkı bittiğinde gözlerimi açmak istemiyordum,açılınca o büyüyü bozacakmış gibi hissediyordum ama buraya geliş amacım o'nu ziyaret etmekti ve hala görünmemişti.Gözlerimi açmamla onu karşımda görmem bir oldu.
-Doyurdunmu bakalım ruhunu?
Başınla şarkıya öyle eşlik ediyordun ki sanki bir orkestrayı yönetiyormuşsun gibi görünüyordun,o ahengi bozmak istemedim.
Hoşgeldin Güzelce.
Yılların geçip gittiği,geçip giderken de bu kadına insaflı davrandığını düşünüyordum.
71 yaşında olmasına rağmen o zümrüt yeşili gözlerinin hala onu ilk tanıdığım zamanlar ki gibi parlamasının başka açıklaması olamazdı.
O güzel saçlarını tepesinde toplamış,ona 69.cu yaşgününde hediye ettiğim gözlerinin renginden olan zümrüt yeşili tokayı takmıştı.
Nasıl güzeldi.Nasıl zarifti.
İstanbulla bu konuda başa baş yarışırdı.
+Perihan Hocam kusura bakmayın,evinizin manzarası karşısında kendimi kaybetmişim.Tabi Münir Nurettin Selçuğun etkisi hafife alınamaz.Yine nokta atışı yaptınız.Evler sahiplerinin ruhunu yansıtır derler ya,işte bu ev o tanımın tam karşılığı.Hayırlı olsun hocam.
-Teşekkür ederim.
Kalan zamanımı böyle bir yerde değerlendirme şansını bulduğum işin şükrediyorum bende.Zira yıllar geçip giderken,koşuşturmalarla kıymetini bilmediğimiz bu İstanbul'un şimdilerde tadını çıkarmaya çalışıyoruz.
Hakkını veriyormuyuz orası biraz şüpheli çünkü beni bırakmıyorlar,bak bu yaş'a geldim hala şehir şehir geziyorum,gerçi bundan şikayetçimisiniz diye sorsan,asla derim.
Senin gibi gözleri parlayan öğrencileri görünce benimde kanım kaynıyor ve son nefesime kadar devam etmek istiyorum.
+Hocam öyle demeyin,
Rabbim uzun ömürler versin size.
Emeğiniz öyle büyük ki üzerimizde size layık olabilmek için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.
Varlığınız bizim için çok değerli.
Bu yoğunluk içerisinde bana da vakit ayırdığınız için ayrıca teşekkür ederim.
-Tabiki ayıracağım.
Sizlerle hasbihal etmek beni de dinç tutuyor,gençlik zamanlarıma göz kırpıyorum.
Şimdi söyle bakalım nedir senin o güzel gözlerini buğulandıran.
Anlamadım sanma,kim dümenini ters sulara çevirmene sebep oldu ?
Ahh bu kadının tasvirleri.
Nelere şahitlik etmişti?
Hangi yollardan geçmişti?
Yüzündeki o derin çizgiler herşeyi açıklamazmıydı ?
-Rahat ol,ben senin burda hocan değilim,
Arkamı dönüp denize bakarak cesaretimi toplamaya çalıştım.
Öyle güzeldi ki çarşaf gibi serilen mavi.
Eğer güzellik kelimesinin bir rengi olacaksa bu kesinlikle mavi olmalıydı.
+Gitti hocam.Tek kelime söyleme ihtiyacı duymadan gitti.
Bu kadar geçen zamana bakarak soruyorum size;bir vedayı haketmemişmiydim?Gidişini haklı çıkaracak nedenleri vardır şimdi ona sorsak.
Hangi gidiş haklı olabilir ki?
Eğer geride biri kalıyorsa hangi gidiş adaletli olabilir?
Kendi bildim bileli hep kalan oldum hocam.
Herkes gitti ve herkesin bir nedeni vardı.İnsanları kalmaya mecbur eden nedenlerden neden kimse bahsetmiyor hocam?,
Zorunda kalmanın,kalarak yaşamanın acısından neden kimse bahsetmiyor ?Bugüne kadar okuduğumuz kitaplarda neden gidenler hep başrolde ve tasviri en çok yapılan kahramanlar?
Kalanın hakettiği sadece gidenin yokluğumu olacak ?
İşte bir çırpıda söyleyivermiştim.Yol boyunca nasıl konuşacağımı düşünürken karar verememiş,ortamın durumuna göre konuşmaya karar vermiştim hakkını arayan biri olarak.
+Güzelce sen kadere inanan birisin.
Herşeyin bir sebebi olduğunu bu özel durumları bırak derslerde bile savunan insansın.
Allah'ın hikmetinden sual olunmaz ki bunu sen çok iyi bilirsin.
Hayat bu,hep yol hali.Elbet o yollardan birileri gelecek,birileri gidecek.
Dünya dönecek.Hep aynı yerde durduğu görüldü mü ?
Kainatın kuralı bu.
Gidenin haklı,kalanın haksız olduğunu nerden çıkardın?ya da tam tersi ?Terazi insanlara göre değil,Allah'ın nasip ettiğine göre inip kalkar.
Sen sana nasip olana bakıp,ondaki niyete bakacaksın,hakikati arayacaksın.
İçindeki durumun sana ne anlattığına bakacaksın ve seni nasıl yönlendirdiğine.
Buranın gerçek bir sınav yeri olduğunu bilmen ve kesinlikle kabul etmen gerekiyor.
Herkes farklı sınavlardan tabii tutulur,senin sınavında bu.
Bu hayatta ki rolün bu.
Bunu benimsedikten sonra bununla yetineceksin ve eğer bir hak arıyorsan onun burda değil ebedi hayatta olduğunu öğreneceksin.
Zira o gün geldiğinde eğer hak ettiğin bir şey varsa onu zaten ebedi ve tek gerçek olan sana verecektir.
Sende bir gün gideceksin,hemde arkanda hiç kimse bırakmayarak.
Hani o giden herkesler var ya orda göreceksin işte.
Bugüne kadar gidenlerin aslında hiç gidemediğini,orda gördüğünde anlayacaksın.
Çünkü bu dünya da her gidiş boşa,hakikate varamadıktan sonra.
Yine kitabın ortasından konuşmuştu hocam.Dönüp gözlerine bakma cesaretini bulamadım kendimde.Daha çok sokuldum cama.İçimin yangınını söndürmek için medet umuyordum gözlerimden geçen denizden.Plağın o cızırdayan sesini duydum ve uzaklaşan ayak seslerini.
Ahh.
öylesine yıktın ki bütün inançlarımı.
Beni sensiz bıraktın.
Beni bensiz bıraktın.
Hiç bitmeyecekmiş gibi duran günün sonunda başımı minibüsün camına yaslamıştım.Minibüs ağzına kadar doluydu yine.Şoförün umrunda değildi insanların üst üste olması,ölümüne dolduruyordu.
Dönüp insanların yüzüne baktım,herkesin yüzünde aynı ifade.Eve bir an önce gidip hayatın pisliğini yorgunluğunu kalabalığını dışarıda bırakmak.
Tekrar cama dönmüştüm.Hava tam istediğim gibi,yağmur damlaları dans ediyordu cam üzerinde.
Her zaman ki gibi bir kalp çiziverdim,ortasından ok'u uzatarak.
. .
10 yada 11 yaşlarındayım.Annem ve Babam evde yok,köyde kalıyorlar.
Evde abimle birlikte yalnızız,ablam o zamanlar evimize çok yakın bir yerde büyük markette çalışıyor.Abimle birlikte ablamın yanına gidiyoruz.Büyük markete girince gözlerim kocaman açılıyor.Bizim oralarda ilk sayılacak büyük bir market.O zamana kadar mahalle bakkallarından alışveriş yapıldığı için pek aşina değiliz.Aileleri görüyorum ;anneleri babaları çocukları.Market sepetlerine bindirilen,ellerinden tutulan çocukları,her istediği alınan gülümseyen mutlu çocukları.Abimle ablamın yanına uğrayıp çıkıyoruz.Eve geldiğimizde yağmurun dans ettiği cam'a yaklaşıyorum,abim tv yi açıp maç izlemeye başlıyor.Cam'a bir kalp çiziyorum olmuyor,akıp gidiyor.Tekrar tekrar deniyorum ama yapamıyorum.Sonra ağlıyorum;neden hiç annemle babamla markete gidip alışveriş yapmadığımıza.
Başımı yaslıyorum cama.gözyaşlarım karışıyor yağmura,kalp olmuyor,olmayınca olmuyor.
Sonra bir gün babamla annem köyden dönüyor,babam ablamın yanına markete gitmek isteyince bende peşine takılıyorum.
Annem birşeyler istiyor babamdan.
O zamanlar bizim evde kimse markete gitmiyor,eve bir şey lazım oluyorsa babam alıyor yada para bırakıyor abim yada ablam alıyor,biz hiç beraber gidip alışveriş yapmıyoruz.Kıyafet mi lazım oluyor,babam gidip mağazadan bir kaç parça getiriyor;beğenip beğenmemek mesele bile değil biz onları kabul ediyoruz.
Markete ilk girdiğimizde hemen sepete koşuyorum,babam fazla bir şey almayacağımızı,sepete ihtiyacımızın olmadığını söylüyor ama ben bir cesaret sepeti alıp babamın peşine takılıyorum.
Aynen dediği gibi oluyor pek bir şey almıyoruz ama o gün ilk kez evimize çamaşır yıkanırken kullanılan yumuşatıcı denilen deterjanı alıp eve dönüyoruz.
Eve dönünce o deterjanı alıp anneme gösteriyorum,anneme anlatıyorum nasıl kullanılacağını büyük bir hevesle.Annem pek anlamasa da ben öyle ballandıra ballandıra anlatıyorum ki o da güzel bir şey olduğuna inanıyor.
Sonra o deterjanı götürüp çamaşır makinesinin üzerine koyuyorum.Gidip gelip bakıyorum,baktıkça o gece marketteki mutlu çocuklar aklıma geliyor,mutlu oluyorum.
Ertesi gün okula gidip arkadaşlarıma anlatıyorum deterjanı,onlar da annemle aynı tepkiyi veriyor ama olsun,ben biliyorum onun ne işe yaradığını.
O deterjan benim babamla büyük markete gidip evimize aldığımız kimsenin ne işe yaradığını bilmediği ilk büyük şey.
. .
Yıllar geçti hala hatırlıyorum o deterjanın kutusunu rengini kokusunu.
O koku benim için o yağmurlu geceyi,marketteki mutlu çocukları,kalp çizdiğim o camı hatırlatıyor.Hala marketlere girdiğimde ailelere takılıyor gözüm,
bir çocuk babasının ya da annesinin elinden tutmuşsa gidip o kokuyu bulup alıyorum.Getirip koyuyorum çamaşır makinesinin üstüne.Şimdi hiç bir şey ile mutlu olmayan,olamayan çocuklar aklıma geliyor,hoyratca harcanan paralara rağmen.
Oysa yetiyor bir kutu deterjan,mutlu olmak için.
Her yağmur yağdığında cama kalp çizenlere,
Yokluğu yaşayıp,varken kıymet bilenlere.
Dilinden şükürü eksik etmeyenlere.
Bir bahar akşamı üstü.
Annem ve babamın giderken bana emanet ettiği çiçekleri suluyorum.İnce bir iş biliyorum ama onların dilinden anlamıyorum ,ben bu işi beceremiyorum.Hatta annem gibi çiçekleri sularken onlarla konuşmaya niyetleniyorum ki telefonum çalıyor.
Tanımadığım bir numara,önce tereddüt ediyorum açıp açmamakta ve sonra belki önemli birşeydir diyip açıyorum.
-Merhaba! evde misin ?
Ben kapının önündeyim seni görmeye geldim aşağı iner misin?
Evet ya da hayır de.Tek cevap.
Yılların eskitemediği o ses tonu.Yıllar geçip giderken değişmeyen o emir içeren sesi.Bu kadar zamandan sonra ona itaat ben.
Evet diyorum.
-Aşağıda ön tarafta bekliyorum.
Telefonu kapattıktan sonra gidip aynada görmek istedim kendimi.Onu ilk gördüğüm an'ı,şu çiçeklerin durduğu pencerede oturup onun evin önüne geldiği o geceyi,arabayla gezdiğimiz bu şehrin bilinmez sokaklarını aynada görmek istedim.10 koca yıl geçmişti aradan.Onu o kadar çok beklemiştim ki,o kadar çok şey ertelemiştim ki.Mesela dolabımda hiç giyilmeyen elbiseler vardı.İzlenmeyen filmler,dinlenmeyen müzikler,paketi açılmamış çikolatalar.Bir sürü yaşanmamışlık biriktirmiştim.Ben onu beklerken,akıp giden hayatı ertelemeye çalışırken hiç vazgeçmemiştim onu bu camda beklemekten ve alışmıştım da onu bekleme fikrine.Bununla başa çıkmayı da öğrenmiştim ta ki az önce çalan telefona kadar.O benim için beklenendi gelen olmayacaktı.
Beş dakika sonra aşağıdaydım.Arabadan inmişti.Beni bekliyordu.
Beklenen artık bekletilen mi olmuştu ?
-Merhaba! Evet biliyorum şaşkınsın beklemiyordun ama ben bugün buraya gelmek istedim.Kabul ettiğin için teşekkür ederim.
Sadece başımı sallayabildim.Arabaya bindim.Gidiyorduk.Daha yarım saat öncesi çiçekleri sularken o pencere de bu aklımda yoktu.Bu aklımda o kadar uzun zamandır yoktu ki.
Bir saat boyunca hiç konuşmadan gittik.Bir ara dönüp ona bakma cesaretini gösterdim.Saçlarına düşen o aklar,şakaklarındaki o kırlar,belirginleşen o yüz çizgileri.
Kaç bahar geçmişti ?Kaç güz saklanmıştı benden ?
Arabayı sakin bir yere çekmişti.Hava kararmış ay'ın ışığı suya vuruyordu.Bana bakmıyordu,müziği açıp arkasına yaslandı.
Ve işte o ses.Benim en güzel yıllarımın kadını.
Müzeyyen Senar..Huysuz ve Tatlı Kadın.
Telefonda bu şarkıyı ona söylediğim geceler,tekrar tekrar söylettiği o uzun geceler.10 yıl öncesinde birbirimize alışmaya çalıştığımız o günler.
Hepsi şimdi bizimle bu araba da.
Şarkı bitti tekrar başa aldı,sonra yine yine.
-Hiç değişmemişsin.
Seni gördüğüm o ilk gün ki gibisin hala.Yıllar sana uğramamış sanki.
O ürkek ses tonun,kırılacak gibi duruşun,bu karanlıkta bile gözlerinin hala ilk gün ki gibi parlaması.Şefkat dolu bakışların.Neden?yıllar bu kadar şeyi alıp giderken neden sen hala bu kadar mağrursun ?
+Yılları da alıp beraber gittiğinde ben olduğum yerde kalarak seni beklemeyi tercih ettim.O kadar çok bekledim ki seni ve o kadar inandım ki gelmeyeceğine şu an yanımda oturanın sen olduğuna bile inanamıyorum.
Ben seni hiç unutmadım ki;ara ara unuttuğum bile olmadı.
Hani derler ya unuttum anımsamıyorum artık.Böyle havalı cümlelerim olmadı benim hiç.Ben seni beklerken geleceği dondurup geçmişle yaşadım.Sana duyduğum aşk'ı kendime kalkan yaptım.Sen beklemenin ne demek olduğunu biliyormusun?
Şimdi gelecek,şimdi arayacak şimdi şu köşeden çıkacak.Sonrası çıldırma nöbetleri.Kendimi sana duyduğum aşk'tan korumalıydım ki öyle de yaptım.Sen benim içimde kapanmayan yaraydın.Açık kalan o yaraya rağmen ayakta kalmak.Bu mağrurluksa kabul ediyorum.
Yıllardır içimde biriktirdiklerim bu kadarmıydı bilmiyorum ama ağzımdan bunlar çıkmıştı.Ona bakmıyordum.
Ay o kadar güzel yansımıştı ki suya.Ay suya yansırken hep böylemiydi ?
Araba hareket etmişti dönüş yoluna geçmiştik.
Şarkı susmuştu.Hiç birşey söylememişti.
Yıllar önce söylediği o cümleler aklıma gelmişti;
Ben yanında susabildiklerimi seviyorum.Sessizliğe sessizlik katarken bir o kadar anlam yükleyen insanları.Senin sessizliğinde ki huzuru seviyorum.Varlığın o kadar anlamlı ki.
Bir sessizlik ancak bu kadar güzel olabilir.
-Sessizliğin hala o kadar güzel ki.İçinde bu kadar şeyi biriktirmişken ve beklemişken hala o kadar guzel bir sessizliğin var ki bu olgunluk seni çok daha güzelleştirmiş.Ben kalsaydım bunu bozardım.Sana bunu yapamazdım.Sen benim için hep 20 li yaşların başında konuşurken ellerini nereye koyacağını bilemeyen gözlerinin içi parlayan etrafına neşe saçan o küçük kızsın.O kadar hayat doluyken seni ne istediğini bilmeyen,cevaplarını bulamadığı soruların içinde silinen ve bunlarla birlikte sürekli sessizlik isteyen bir adamın hayatına mahkum edemezdim.
Az önce söylediklerimi duymamış gibiydi.Sanki hiç bekleten olmamış gibi.Şu an yanımda oluşunu gelmiş kabul eder gibi.10 yılı takvimden silmiş gibi.İki arkadaş havadan sudan sohbet edermiş gibi.
Benden de onu bekliyordu.Sanki o kapıdan hiç içeri girmemiş gibi.
Bu mağrurluğumun onun eseri olduğunu bilmiyormuş gibi.
Hiç sevmemişiz gibi.
Hiç beklememiş,
Hiç özlememiş.