Güneş ışıklarının karşı duvarda dansına uyandım bu sabah.
Yanıbaşımda ki saate baktım,7.30 du.Gece boyu dönüp durmuştum yatakta,ertesi günün heyecanı odanın her yanına yansımış,gözümü bir türlü kapatamamıştım.
En son saate baktığımda 4.00'ı gösteriyordu.3,5 saatlik uykuyla ayaklarımı yataktan aşağıya salladım.
İşte o ses.
Çıplak ayakların o tahtalar üzerinde çıkardığı o eve ait olma hissi.
Kalkıp camları açtım ve sonbabahar tüm güzelliğiyle odamda,evimde,bahçemdeydi.
Sonbahar bendim,sonbahar yıllardır beklediğim bugündü.
Uzun yıllar geçmişti
Bugünlere gelebilmek için uzun zamanlar beklemiştik.
Beklemek.Hayatın bize sunduğu en büyük imtihanlardan biri değilmiydi?
O an Ümit Hocamın beklemeye dair o güzel sözü kulaklarımı selamlayıp geçti;
Kızım;beklemek insan nefsine en ağır gelen yüktür,nefsin kuvvetliyse kazanan sen olursun,kuvvetli değil ise zaten hiç bekleme.
Yapamayacağını kendine yüklemen,Allah'ın sana verdiği cana zulümdür.
5 yıl geçmişti aradan.
Herkesin ait olduğu yeri bulabilmesi için 5 yıl beklemiştik.
Bulabilmişmiydi herkes bilmiyordum.5 yıl önce bir masa da otururken söylemiştim;Bundan 5 yıl sonra herkes olmak istediği yerde olduktan sonra benim mekanda o masa da toplanacağız,kimle isterseniz onunla gelin,bulamadıysanız da beraber buluruz ait olacağınız yeri.
Evet bugün o gündü
Bugün dostlarımı ağırlayacağım,o uzun masada oturacağımız 5 yıl öncesinde konuşulmuş o günün devamı olan gündü bugün.
Yıllardır hayalini kurduğum,her masamızda sohbetimize dahil olan,benimle birlikte dostlarımında çok istediği,dualarımda hep en ilk sırayı alan,kitaplarıma yuva olan,beni saklayan,koruyan,büyüten tam da konuşmanın bir anlam ifade etmediği zamanlardan geçerken,bana sessiz kalma,kalabilme şansı veren şahsına münhasır mekanımı açabilmiştim.Artık kendimi ait hissettiğim,mutfak raflarına kitaplarımı dizebildiğim,her daim kahve kokan,bir müslüm baba,bir müzeyyen abla çalıp kimsenin gönlü kalmasın diye başladığım sabahlarım,akşamlarım,gecelerim vardı.
Bahçeme kurduğum 20 kişilik masam dostlarımı bekliyordu.
Onları ağırlamak için bu mevsimi istemiştim..
Eylül'ü beklemiştim.
Çünkü Eylül,gelişlerin en güzeliydi.
Bu masada oturup saatlerce seslerimizin birbirine karışmasını,çatal bıçak seslerinin büyük bir uyum içinde,seslerimize eşlik etmesini istemiştim.Rüzgar hafif hafif eserken,her birinin omuzlarına şalları bırakmak,çedene kahvesinin ocakta usul usul,acelesi olmadan pişmesini beklemiştim.Küçük sarı ışıkların aydınlattığı bu masa da en çok onların gözlerindeki işte bak geldik,yine beraberiz ışıltısını görmek için çok beklemiştim.
anlatacağım,anlatacakları ne çok şey vardı bir bilseniz.
Onlardan ayrı geçen 5 sene boyunca her gün bugüne uyandım ben.Karşımda duran o güzel resmimize bakıp olanları anlattım,elbette telefonda konuşuyorduk,teknoloji çok gelişmiş olsa da bizim özlem duygumuz kadar dallanıp budaklanamamıştı.
Biz eskiydik ve hep öyle kalacaktık.En güzel olan en değerli olan eski kalmaktı çünkü.
Yıllardır yazmayı hayal ettiğim hikayemin kahramanları bahçe kapısından teker teker gelmeye başladı.
Her birinin ellerine laleleri veriyorum.
Eylül'ün en güzel çiçeğiyle karşılıyorum onları.
İnsan içini açmaya görsün,beyazlarla mavilerle boyuyor her yeri.Beyazım bugün,maviyim bugün.
Gün olur asra bedel demişler ya,gün bizim,gece bizim,dünya bu geceliğine bizim.
Bizi yıllardır bir arada tutan,o ince çizgide beraber yürüdüğümüz zamanların,
'yalnız hüznü vardır kalbi olanın'sözünü kendimize kalkan yapmış,inancımızdan ve kırılmışlığımızdan başka hiç birşeyi olmayan,an'dan çok anlama gönül veren ve böyle yaşamaya talip olan bir avuç insanız biz.
Şimdi bana bakan bu güzel gözlerden hariç herşeyi sessize alabilirim.
Hayallerimin doğurduğu bu mutluluğu masanın baş köşesine koyup bende sandalyeye oturuyorum.
Sizlere güzel bir sürprizim var diyorum.
Birazdan Turgut Uyar gelecek,
Zarif adam Cahit Zarifoğlu gelip yedi güzel adamı anlatsa,
Tabi Didem Madaksız olur mu?
hepimize birer Ah'lar ağacı hediye etse.
Nazım Hikmet o deli mavi gözleriyle o kadar sevdayı nasıl bir kalp de taşıdığını anlatsa da kızsak ona,biraz içerlensek.
Cemal Süreya bir şiir okusun bize,uzun uzadıya eylül'ü konuşalım.
Özdemir Asaf güzeller güzeli laviniasından bahsetsin,
Ve canım Sabahattin Ali.
Desin bakalım döksün masaya o güzelim şarkılara nasıl bir hayat feda ettiğini.
Edebiyat'ın bu dev temel taşlarının yanında bizim bugünlerimize eşlik eden çok değerli büyüklerimizi de davet ettim.
İsmet Özel,'yaşamak umrumdadır'diyip masamıza otursa
İbrahim Tenekeci abimizin o temiz naifliği olmazsa masa eksik kalır.
Mustafa Kutlunun o güzel hikayelerini kahve içerken dinlemezmiyiz ?
Müslüm babanın şarkılarını Muhammed Berdibek çalsın değil mi?
Müzeyyen abladan da dinleriz;benzemez kimse sana,size,sizlere.
Ve tabi ki Tarık Tufan.
Onu tanıdığım ilk günden beri,kitaplarını kalbimin en üst raflarına dizdim.
Şimdi gelse raflardan teker teker alıp kitapları okusak ?
Ve fısıldasa tekrardan;'yalnız hüznü vardır kalbi olanın'diye.
İşte şimdi başlasın gece.
Hoşgeldiniz dostlarım.
Hüznümüz bol,kahvemiz sıcak,gecemiz uzun olsun.
Siz olmasaydınız olmazdı.
Varlığınıza bin minnet!